Tüketim toplumu kavramı, modern toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını anlamak için önemli bir perspektif sunar. Tüketim toplumu kavramı, endüstriyel devrim ve kapitalist ekonomik sistemlerin gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. 18. ve 19. yüzyıllarda, sanayileşme süreciyle birlikte üretim yöntemlerindeki dönüşümler, seri üretim tekniklerinin benimsenmesi ve küresel ticaretin artması, tüketim alışkanlıklarını önemli ölçüde etkiledi. Artan üretim kapasitesi ve rekabetçi pazar koşulları, tüketicilere daha geniş ürün seçenekleri sunarken, reklam ve pazarlama faaliyetlerinin artmasıyla birlikte tüketim kültürü de güçlendi. Bu bağlamda tüketim odaklı bir hayat anlayışının, normlardan bağımsız bir çerçevede şekillendiğini söylemek mümkündür.. Çünkü Bauman’a göre artık bireye yön veren şeyler normatif kurallar değil, baştan çıkarma, sayısı ve şiddeti giderek artan arzular ve hedefi belirsiz isteklerdir. Zira bireyin emansipe olduğu modern toplumlarda sınırlar, belirsiz ve akışkandır. Bireylere ihtiyacı olmayan ürünleri, temel ihtiyaçmış gibi sunmak, bireyleri sonu olmayan bir oyunun içine dahil etmektir. Kimi isteklerin ihtiyaç amaçlı olduğu kiminin de gereksiz olduğuna dair belirli bir ölçüt yoktur. Dolayısıyla birey, sürekli tüketim nesnelerinin karşısında pürdikkat kesilerek yeni çıkan nesnelere sahip olmak ister. Tüketim alışkanlıklarının ve materyal refahın artmasıyla birlikte, bireylerin daha fazla mal ve hizmet tüketme duygusu, bazen boşuna tüketim, aşırı borçlanma ve tatminsizlik gibi sorunlara yol açabilir. Bu durumun sonucu olarak medya ve toplumsal normlar tarafından sürekli olarak körüklenen tüketim kültürü, bireylerde sürekli bir tatminsizlik duygusu yaratır. Her zaman daha yeni, daha iyi ve daha fazlasını isteme eğilimi, bireylerde maddi olarak tatmin olamama ve hayal kırıklığı duygularını artırır. Aynı zamanda, tüketim alışkanlıklarının artmasıyla birlikte, kişisel değerlerin ve kimliğin tüketim malları üzerinden tanımlanması yaygın hale gelir. Bu durum, bireylerin özsaygılarının ve benlik saygılarının dışsal faktörlere bağlı hale gelmesine neden olabilir. Kişinin değerinin, sahip olduğu eşyalara veya markalara göre belirlenmesi, sağlıklı bir benlik algısı geliştirmeyi zorlaştırabilir. Dolayısıyla tüketim bağımlılığı bireylerin kendilerini başkalarıyla kıyaslamasına, rekabete ve kıskançlığa neden olur. Tüm bunların sonucu olarak uygarlığımızın huzursuz bireyleri tüketim çarkının içinde yok olmaya başlarlar. Bu yüzden bugün bireyler olarak tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirerek ihtiyaç odaklı ürünler satın almaya gayret etmeliyiz. Aksi takdirde sonu olmayan bir oyunun içerisinde hapsolarak tatminsiz bir hayatın içinde kalmış oluruz. Özetle söyleyecek olursak tüketim hazzı keyif verse de tüketimin aşırı uç boyutları benlik saygısının seyrini olumsuz yönde etkileyecektir.