ZAMANA DİRENENLERE

0
433

ZAMANA DİRENENLERE

Zaman o kadar hızlı akıyor ki bu akışkanlığın içerisinde gündemi tutabilmek asla mümkün değil.
İnsanoğlu adeta hayatın akışını manipüle etme yeteneği kazandı. Bunu inkar etmek gerçekçi olmamaktır.
Özellikle sosyal medya kavramı üzerinde incelikle düşünmek gerekiyor.

Olumlu mu? Olumsuz mu? Şöyle bir bakıldığında hafıza açısından olumlu taraflarının oldukça ağır bastığını görebiliyoruz.
Bilim insanları zamanı bükmenin  mümkün olduğu dillendiriyorlar. Eğer kanıt aranıyorsa sosyal medyaya bakmak yeterli olur.

Zaman sosyal medyada hem hızlı akıyor hem de istenilen anda durdurulabiliyor.
Nasıl mı? Açıklayalım; eğer geçmişe dönük arama yapmak ve geçmiş zamanlı bir olayı bulmak , yeniden göz önüne getirmek istiyorsanız arama motorlarında üç saniyeniz bu iş için yeterli.

Bu açıdan zamanı yürütmek sizin elinizde.
Asıl konuya girmek gerekirse. Asıl konu zamanın bükülmesi değil “zamanla bükülenler”.
Ülkemiz ne yazık ki zamanla bükülen insanlar, görüşler, mekanlar açısından oldukça zengin.
Geçmişteki görüşünü değiştirip günümüzde bambaşka bir renge ve şekle bürünenler arıyorsanız çokça var.
Geçmişte karşı tarafta yer alıp günümüzde bu tarafta yer alan arıyorsanız onlar da var.
Eskiden giydiği gömleği şimdi değiştirenler arıyorsanız onlardan bolca var. Hem de oldukça yukarıdalar…

Peki ne yok?
Geçmişte darbe yiyip de durduğu yerde duranlar pek yok. Oldukça azlar.
Geçmişte her ne olursa olsun söyleyeceğini sakınmayıp feleğin çemberinden ileri istikamet eden var mı? Onlar daha da azlar.
Abuzer gibi çöle düşen, çölde Hakkı ve hakkını arayanlar var mı? İşte onlar bir elin parmakları kadar kaldılar. Ne yazık ki zaman onlara hiç acımadı tutabildiğini öte tarafa götürdü. Elbette bu da bir sınav.

İktidara inanç gömleği ile gelip muktedir olanlar günümüzde haksızlığın ve zorbalığın timsali oldular.
O kadar ki; uyuşturucu batağına düşecek, zevke sefaya dalacak kadar kendilerinden geçtiler. Bilemediler ki membanın yanından geçtikleri anda hakkın da yanından geçip gitmiş oldular; teğet geçtiler.

Ülke her yönüyle geçmişi aratır oldu; bilmeyip de değerini anlamadıklarımızı bile kaybettik. Sonuç ne oldu; bilerek değersiz olanlara mahkum olduk. İnançlı kesimin bu bakımdan gerçekçi bir muhasebe yapması gerekiyor.
Gidilen yol yol değil bunu görmemek için kör olmak gerek.

İnançları hassas olanlarımız açısından yapılması gereken oldukça basit; geçmişe dönerek hakikate bağlı olanı aramak ve bu sayede öze dönüş sağlamak. Eğer bağlı bulundukları inancın kaidesini kaybetmek istemiyorlarsa tez elden silkinip doğruya yönelmeleri gerekli. Komşusu açken tok yatmayanlara selam olsun…

Ülkenin laik hassasiyetleri olan kesimine de bir çağrı; Şimdiki zamana bakara inançlı insanları külliyen reddetmek anlayışı hasıl olursa geçmişte yapılan yanlış mükerrer olmuş olur ve hata tekrar edilir.
Bize düşen hatayı tekrar etmek değil. Bu toprakların aradığı kardeşliği ve birlikteliğin tohumlarını ekmek olmalıdır. Ancak bu şekilde gelecek yeşerebilir.

Eski yazılardan birisinde Hakkın membanı teğet geçmeyen ve her şeye rağmen iradesini sadece inancına teslim eden devrimcilerden birisini yazmıştık; İbda kumandanı Salih Mirzabeyoğlu. Günümüzde yaşanılanlara bakarak geçmişte hakkı savunanlara her ne görüşten olursa olsun duyulan ihtiyacın giderek arttığı bir gerçek.

Not: Mirzabeyoğlu’nun gönüldaşları uzun zamandır Telegram adını verdikleri bir işkence yöntemi ile Kumandanlarının şehit edildiğini söylüyorlar. Bu konuya muhalefet cephesinin topluca sessizliği rahatsız edici.
Telegram (elektromanyetik rezönans ve iyonizan etkisi) Bu konuda özellikle ABD’de alınmış çok sayıda ticari ve bilimsel patent mevcut.
Konu ile ilgili bilimsel dayanakları olan bir yazıyı kısa zamanda yayınlayacağım. Bir çığlığa ses olmak insan olmanın gereğidir…

27/03/21

Yazı ektedir okuyup da geçmişi durdurup anlamak isteyenler için:


ÖTE YAKANIN DEVRİMCİLERİ

Bu ülke kutuplaştırmayı ve ötekileştirmeyi sever. Hep sevmiştir.
Yaşayışında ve yaşamı algılayışında böl-parçala-algıla mantığı yatar.
Önce kim kendisinden taraf kim değil görmek ister.
Tamamen kendince bir strateji uygular ki durumunu, konumunu ve hazırlığını ona göre yapsın. Şöyle bir bakıverir önce, kendinde olup da karşısındakinde ne yok?
Sonra bir daha bakar karşısındakinde var da kendinde ne yok? Bir eksiği tamamlamaktan ziyade bir eksiltmek kolayına gitmiştir hep. Hesap hanesinde artı eksi’den zordur onun için. Bölme işlemini de bıçak gibi yapar. Öyle ansızın, öyle derince.
Ötekileştirmenin de uzmanı olmuştur git gide. Mutlaka bir aykırı nokta ara ve mutlaka o noktanın karşı tarafında yer tutmaya çalışır.
Tarlanın kendine ait olan tarafı yeşersin de diğer taraftaki toprak çatlasın umurunda olmaz. Tarlanın sınırlarını çizerken bir zevkle bir gururla sürer motorunu.
Her yerine, bütün kesimlerine sirayet etmiş bir davranış genidir “ötekileştirme”. Bunu tarlada, fabrikada ve okulda, durakta beklerken veyahut ekmek sırasında yaparken alışkındır. Kasnağında hızlı dönen mil gibidir. Maharetle yapar bir diğerinin önüne geçmeyi ama pek beceremez yer verirken ki nazikliği.
Bir sistemi devirmek için yola çıkanlar da bu toplumun içindendir. Paylanmışlardır bu gelenekten. Gözünün yaşına bakmaz tetik çeker gibi yargılar düşüncenin farklılaşmasını. Her zaman da haklıdır ve hazırdır fraksiyona. Diğer cephede yer alan için düşündüğü bir dünya yoktur. Empatisi de kapalıdır. Girdikleri tek yönlü bu tünel yeter onlara. Ne başkaca bir çıkış yolu ararlar, ne başkaca bir bakış açısı.

Türkiye tarihinin mücadele dolu safhaları bu kutuplaşmanın tektonik izlerini barındırır. Üzeri örtülmüş kavgaları eşeledikçe altından birbirini yabancılaştırmış sağlı sollu, inançlı materyalist bir sürü akımın içine sürüklendiği politik girdap ile karşılaşılır. Bu ülkede materyalistin inançlıyı, inançlı birisinin de bir ateisti anlama gayretini gösterecek yetenekli uzuvlarının maharetli bir neşterle sökülüp atıldığını ve geriye dikiş izlerinin kaldığını görürsünüz.

Türkiye’nin kuruluşundan beri hakim grupların stratejileri bellidir. İdeolojik zemini olmayan bütün akımlar “hoş geldin” edalarıyla karşılanır. Siyasetin kalitesizleştirilmesi de ülkemizde yaşanan Televole Kültürünün politik yansımasıdır. İçi dolu olan hiçbir düşünceye ve harekete müsamaha gösterilmez. Bunun içinde Sol da vardır, sağ da, LGBT de vardır, dindarlar da. Ez cümle devlet kendisinde çimento barındıran hiç bir düşünsel yapıya olur vermez. İdeolojisinden kopartılmış ve serbest düşüşe geçmiş hareketleri ise kendi evlatlarına parçalattırır. 68 ve 78 devrimci kuşaklarının yaşadıkları travma tam da budur. Diğer yandan apolitik ve lümpen olarak yetiştirdiğini düşündüğü Gezi Kuşağından darbe yemesi de kendi eğitim sistemine ve algı oluşturma gücüne olan aşırı güveninin sonucudur. Silahlı mücadeleye karşı gardını almış olan devlet mekanizması asimetrik yeni nesil entelijansiyaya karşı daima savunmasız kalır. GEZİ’de de biçare kalmıştır, yeni yetme çocuklara karşı.

Gezi öncesi ve sonrası görülmüştür ki AKP iktidarı ile kullanılan toplumsal siyaset silahı geçmiş iktidarların da kullanmaktan çekinmedikleri ancak zamane egemenleri kadar maharetle savuramadıkları bir mekanizma olmuştur.

Geçtiğimiz hafta bu gerçekliğin bir izdüşümünü sessiz sedasız yaşadık. Siyaset arenasının yoğunluğu ve seçimin kapıda olması da bu sessizliği derinleştirdi. 70’li yılların sağ-inançlı gruplarından “Akıncıların” önde gelen isimlerinden Salih İzzet Erdiş yani toplumca bilinen adıyla Salih Mirzabeyoğlu hayata gözlerini yumdu. İbda grubunun lideri olarak bilinen Mirzabeyoğlu hayatının önemli bir kısmını cezaevlerinde tutuklulukla geçirdikten sonra 2014 yılında yeniden yargılama başvurusu sonucu tahliye edilmişti.

Hapishanede geçirdiği ömrüne çeşitli konularda ele aldığı kitaplar ve zamanla ustalaştığı resim sanatında bıraktığı eserler de dahil oldu. Davasının yılmaz savunucusu olan her inanç adamı gibi bütün işkencelere rağmen sıkı sıkıya sarıldığı düşüncelerini bırakmadı. Siyasetin kirli dehlizlerine bulaşmamak adına AKP iktidarının egemen olduğu son yıllarda bu muktedirliğe bulaşmamayı ve bir zamanlar “Kumandan”ı olduğu cephedeki askerlerinin hakimiyetlerinin alameti farikası olan saraylarında imparator edasıyla hükmedişini uzaktan izlemeyi tercih etti.

Mirzabeyoğlu, kendisini toplumumuza aşırı dinci kesimin yılmaz teröristbaşı olarak lanse eden medyanın algı operasyonu sayesinde sonsuz derecede ötekileştirildi, yalnızlaştırıldı ve sonucunda içine kapandı. Bu kadar yoğun geçen ılımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, Suriye ve Irak gibi konulara ya girmedi, ya da AKP karşıtı kesimlerce bile fikri alınmaya lüzum görülmedi.
İslam toplumunu yönetmeye talip kesimlerde meydana gelen bu fikir boşluğu üst aklın silahtarlığını yapan iktidar ve ülkeyi darbe karanlığına sürükleyen ABD’nin kontrolündeki kuklaların ortak çabası sayesinde utanç vesikaları ile dolduruldu.

İktidar ve destekleyen büyük güçler tarafından özellikle istenilen bu süreç Ortadoğu toplumlarında İslamiyet’in gerçek anlamda ortaya konulmasını engellemeye yönelik önemli bir operasyon olarak kayda geçmelidir.
Bilinçli İslamcıların bıraktığı boşluğun kimler tarafından nasıl doldurulduğu ortada. Çağımızın en büyük sorunu olan “Ilımlı islam” projesinin de ne amaçla hangi emperyal güçlerin hizmetinde olduğu da artık ortaya çıkmış bir gerçek. Ortaklıkların bozulması geçmişte yapılan anlaşmaların unutulmasına bahane olmamalıdır.
Bilginin yok olduğu ortamlarda cehalet en tehlikeli düşmandır. Bilgi ve barış dini olan İslam’ın da bilginlerine yapılan ötekileştirmenin altında bölgenin tamamen kontrol edilmesi amacı yatmaktadır. Nitekim Mirzabeyoğlu’nun Kürt oluşu ve herşeyden önce İslam alimi/önderi kimliği kendisinin pasifize edilme zorunluluğu için yeterli gerekçelerdir.

Sermaye kesiminin ve kontrol ettiği odakların yok etmek istediği fikriyat ile mücadelede en etkili yöntemleri arasında değersizleştirme ve kimliksizleştirme yer almaktadır. Mirzabeyoğlu ve düşüncesine ilk etapta yapılan budur. Türlü işkenceler ve zulümler esasında ikinci planda kalmaktadır. İkinci adımda ise öncelikle uzaklaştırıp yalnızlaştırır . Hatırlayacağınız üzere 28 Şubat’ta terör odağı olarak gösterilen Mirzabeyoğlu medya eliyle toplum önünde yargısız bir biçimde önce infaz edilmiş ardından da toplumdan uzaklaştırılmıştır. İktidar değişikliği için gerekli ideolojik boşluk bu süreçlerin sonucunda gelmiştir.

Bilgi kirliliğinin ve cahilliğin toplumun İslami damarını nasıl tıkadığını bugün çok net biçimde görebiliyoruz. FETÖ ile ayyuka çıkan bozulma günümüzde çeşitli cemaatler eliyle devam ettirilmektedir. Hurafeye, yalana ve çıkara dayalı inanç dalgası başta ele geçirilen medya olmak üzere, her sokak arasına açılmış ve yalan yanlış bilgilerle çocukların aklını yıkayan sübyan mekteplerine, kutsal terlik(!) satıp fetva pazarlayan din tüccarlarına kadar bütün araçlarıyla toplumun iliklerine kadar enjekte edilmektedir.

Tüm bu süreçlerin getirdiği yıkımı telefi etmek için yapılması gereken tek bir şey vardır: Geçmişle hesaplaşmak. Düşman bildiklerimizle barışmak ve ülkeyi bu yıkımdan beraber kurtarmaktır.
Bu hesaplaşmanın gerçekten samimi biçimde yapılması için beyinlerde oluşturulan ön yargı bariyerlerinin yıkılması ve ötekileştirmenin tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir.
28 Şubatlarda zindanlara atılıp işkencelere maruz kalanları önce anlamak sonra onlara karşı yaptığımız hatanın sorumluluğunu almamız gerekmektedir.
Yiğitçe mücadele en önce buradan başlamaktadır.
Ancak o zaman bizim onlarsız, onların da bizlersiz yapmanın mümkün olamayacağı anlaşılan kardeşçe ve hakça bir düzen yaratma amacımızı gerçekleştirebiliriz.

Eren Soydemir

28 Mayıs 2018 Pazartesi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz