Yaşar Kemal’in yazdığı “Ortadirek”, yapıtında yapıtın kurgusunu oluşturan ana öğeler, anlatıların kurgu zamanı içinde yer alan ekonomik ve siyasi gerçekliktir. Bu öğeler, içinde bulundukları uzam ve toplumsal yapının etkisiyle “Ali, Taşbaşoğlu ve Muhtar” figürlerinin yaşama bakış açılarını; beklentilerini şekillendirmiş, yapıt boyunca her eylemlerinde belirleyici etkenler olmuştur.
“Ortadirek”te karşıt figürler olarak kurgulanan Ali ve Muhtar, okurun karşısına ilk olarak pamuk toplamak için Çukurova’ya giden köy halkının göç hazırlıkları sürecinde çıkmaktadır. Bu göç, her yıl tekrar eden ve köylünün yaşam biçimi haline gelen bir ekonomik zorunluluktur. Ali ve diğer köylüler, pamuktan kazandıkları parayla o yılı geçirmez ve Bakkal Adil Efendi’ye borçlanarak yaşamlarını sürdürür. Aslında Çukurova’ya, Adil Efendi’ye borçlarını ödemek için gitmektedirler. Adil Efendi’ye olan borç ödenmezse, ondan yiyecek bir şeyler alamayacaklar; o kışı geçiremeyeceklerdir. Bu ekonomik ilişkiler ağı içerisinde, çok yoksul olan insanların yapıt boyunca çerçevelendikleri ekonomik yapının temel belirleyicisi bu borcun kapatılmasıdır. Yapıt boyunca yaşadıkları güç yolculuğun, verimli bir tarlaya girip bolca pamuk toplamanın yegâne hedefi karınlarını doyurmaktır. Bu ekonomik tablo, onların “umutlarını, beklentilerini, ruh hallerini, ilişkilerini, yaşama bakış açılarını” belirlemektedir. Köylüler, pamuk toplamak için ulaşmaya çalıştıkları tarlaya yaya gitmektedirler. Ali, köyün at sahibi birkaç kişisinden biri olarak yolculuk esnasında ata binmek isteyen annesi ve Koca Halil arasında kalmaktadır. Kurgu zamanı içerisindeki yoksul Anadolu köylüsünün ilkel ulaşım aracı attır. Bu en ilkel ulaşım aracı bile köylüler için paylaşılamayan bir nesnedir. Bunun için kavga etmektedirler; ilişkilerinin rengini, yaklaşımlarını bu hedef oluşturmaktadır. Annesi ve Koca Halil arasında kalan Ali, bu işin içinden çıkamaz ve bir kaza sonucu ölen attan sonra çaresiz kalır. En ilkel ulaşım aracı olan atından mahrum kalan Ali, bu soruna maddi bir çözüm üretemez ve kendi gücünün sınırlarını zorlayarak yolculuğun tüm yükünü yaya olarak üstlenmek durumunda kalır. Grubun gerisine düşen Ali’nin bu noktadan sonra tek hedefi gruba yetişmek olur. Gruba yetişemediği takdirde kötü bir tarlaya gireceğini bilen Ali, bu düşüncenin ağır yüküyle beraber güç doğa koşullarıyla, ailesinin yüküyle mücadele etmek zorunda kalır. Neredeyse elinden tüm olanakları alınmış bir şekilde, yalın bir durumda, fiziksel gücünün dışında başka aracı olmayan, toprağa bağlı bir insanın yaşam mücadelesiyle karşılaşılmaktadır. Devletin de yapıt boyunca hiçbir şekilde yardım elini uzatmadığını gördüğümüz, kendi kaderine terk edilmiş bu figürler, kendi iç dünyalarında tepkilerini, gerginliklerini, ilişkilerini yaşamakta; diğer figürlere bu yönlerini açmamaktadırlar. Figürlerin bu yönünü yazar okuyucusuna iç monolog tekniğini kullanarak aktarmıştır. “Ali kızdı birden köpürdü. ‘Olmaz, olmaz! Borcumu da ödeyemezsem Adil Efendi de ağzıma sıçar, Muhtara, Delice Bekir’e kul olur, kul olur avrat. Köylü verimsiz tarlalarda sürünür sürünür, köye beş parasız döner. Çabuk, canımızı dişimize takmalı, onları Aşağı Andırı’nda olmazsa Narlıbahçe Konalgası’nda tutmalı.” (Ortadirek, s. 93)
Düşündüğü pamuğu toplamak için gruba yetişemeyen Ali’nin çıkış noktalarından biri, hayal kurup umudunu sürekli canlı tutmaktadır. Çokça yağmur yağıp pamukların ağır çekmesi böylece düşündüğünden daha fazla para kazanmayı düşünür. Diğer yandan Koca Halil’in göçün zamanını doğru tahmin edemediğini varsayar. Tüm bunlar Ali’nin ne kadar çaresiz olduğunu göstermek için kurgulanmıştır. Bunların yanında dine yaklaşım şekli de Ali’nin bu durumuna ışık tutmaktadır. Köylülerden geri düşmeyene kadar dinle ilişkisine tanık olmadığımız Ali, dara düştüğü vakit namaz kılmayı, dua etmeyi planlar. Din bir inanç, yaşam şekli olmaktan çok, zor zamanlarda sığınılacak bir olguya dönüşmüş olur. Çaresiz kalan Ali, kendi kaderine terk edilişini, sanal bir gerçeklikle çözülebileceğine inanmak zorunda kalmıştır. “Şafağa karşı kalkacağım. Öksüz Memedi, tosbağayı, gözümün önüne getireceğim, içim parıl parıl, günışığı gibi Allah’ın huzurunda, Ziyaret Ağacı’nın altında duracağım. Belki bir iyiliği tutar da.(…) Ana, dedi. Ben yarın tanyerleri ışımadan kalkacağım, şu kutlu cevizin altında sabaha kadar namaz kılacağım. (Ortadirek, s.121)
Yapıttaki diğer figürlerden biri Taşbaşoğlu’dur. Kurgu içerisinde Taşbaşoğlu, karşımıza Ali ile birlikte Muhtar’a ve Delice Bekir’e karşı mücadele veren, içinde bulunduğu sömürüye başkaldıran bir figür olarak çıkmaktadır. Muhtar, köylüyü kendi çıkarı için verimsiz tarlaya sokmakta, bunu birkaç yıldır fark eden Taşbaşoğlu, Ali ve birkaç kişi köylüleri örgütlemek istemektedirler. Ancak tam bir sınıf bilincin gelişmediği köylüler arasında örgütlenme gerçekleşemez. Taşbaşoğlu, içinde yer aldıkları topluluğun nasıl düşündüğünü, açmazlarını, zayıf noktalarını bilmektedir. Buna göre bir hazırlık yapar. Öksüz Duran’ın evinde toplantı yapılır, o yıl Muhtar’a karşı nasıl bir strateji geliştireceklerini kararlaştırırlar. Kutupluluk tekniğiyle aktarılan Ali ve Taşbaşoğlu’nun Muhtar’la çatışması yapıtta belirli zamanlarda karşımıza çıkarılmaktadır. “Taşbaşoğlu geldi kapının eşiğine oturdu. Cebinden sarı tespihi çıkardı. Başını yere eğip elindeki tespihi şöyle bir süzdükten sonra geri kaldırdı. Yüzü terlemiş gibiydi. Çok da ciddiydi. Yüzüne konan sinek bin parça olur derler ya, işte öylecene. Bir atın yüzü gibi uzamıştı yüzü. Süzülmüştü. Kalabalığın üstüne şöyle bir gözünü gezdirdikten sonra: “Emmiler!” diye başladı. “Hepimiz kararımızı verdik mi?” Arkadan bir ses, Gümüşoğlu’nun sesi: “Verdik Taşbaşoğlu. Ya ölüm ya kalım dedik.” Başka birisi: “Hakkımızı yediremeyik bundan böyle. Kanımıza ekmek doğradılar.” (Ortadirek, s.25-26-27) Köylülerin “evet” demesine rağmen Taşbaşoğlu, onlara güvenmez. Bunda köylülerle buna benzer bir ilişkiyi önceki yıllarda yaşamaları ve köylülerin onları yüz üstü bırakmaları önemli bir rol oynamaktadır. Bu noktada Taşbaşoğlu, içinde bulunduğu topluluğa göre “aydın” rolünü üstlenmektedir. Onların çıkarlarını düşünür, doğru bir şekilde yönlendirmek için kendisini geri plana iterek mücadele eder. İçinde bulundukları, Muhtar eliyle yaratılan sömürü düzeninin farkına varır, buna karşı çıkar. Ancak bu bilinci oluşturmak için hareket ettiğinde yanında Ali ve Öksüz Duran dışında kimse bulunmaz. Köylüler, büyük bir güç olarak addettikleri Muhtar’ı alt edebilecek gücü kendilerinde bulamazlar, ondan kat kat güçlü olmalarına rağmen Muhtar’ı yönlendirebileceklerini düşünemezler. Bunda Muhtar’ın orada babasından devraldığı muhtarlık görevini yerine getirmesi ve köylülerin zayıf noktalarını iyi bilmesi de önemli rol oynamaktadır. “Bu sıra Öksüz Duran sözü aldı. Yüzünde ev sahipliğinin kendine verdiği güven, gurur vardı. “Aramızdan iki kişi seçmeliyiz. Onlar varıp muhtara demeli ki “Muhtar demek, köyün öz babası demek. Senin baban Hıdır Kahya işte böyledir. Halbuysam ki sen orospu avratlı Delice Bekir’len bir olursun. Bir olmuş da köylünün kanına ekmek doğrarsın. Bir olup da Çukurova’nın en kötü tarlalarına rüşvet alaraktan o tarlaları öteki köylüler beğenmezken görünce ardını dönüp kaçarken.” (Ortadirek, s.25-26-27)
Muhtar, köylüler üzerindeki etkisi, hâkimiyetiyle kurguda çatışmayı sağlayan temel figürdür. Köylüleri yıllardır verimsiz tarlalara sokan Muhtar, bu işten büyük bir kazanç sağlarken köylülerin düştüğü zor durumu umursamamaktadır. Emek sömürüsüne dayanan bu düzenini yürütebilmek için de çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Bunlardan biri dönemin politik ikliminden yararlanmaktır. Siyasi bilinci olmayan köylüler üzerinde bu aracı kullanarak etkili olmak istemektedir. Söylediklerinin çoğunda doğruluk payı bulunmamasına rağmen bir dil ustalığı ile köylülerin gözünü boyamayı başarır. Köylüler, Muhtar’ın ileri sürdüklerinin arka planını araştırmaktan âciz olduklarından, Muhtar’ın her söylediğini kabul etmektedirler. “Muhtar düşünüyordu. Görsündü o Taşbaş particilik nasıl olurmuş. (…) Bu köylü kısmı iyilik bilmez. (…) Bunların düşük yerini buldu muydu yükleneceksin. Gözünün yaşına bakmayacaksın. Tüm suç bu hükümette. Hükümet yüz veriyor bunlara. Tutmuş bir de bunlara oy verdirip hükümet kurduruyorlar. (Ortadirek s.293-294) Bunun yanında Muhtar figürü, köylülerin huyunu suyunu çok iyi bilmekte, sezgileri çok kuvvetli ve kılıktan kılığa girebilmektedir. Bunlar sayesinde köylüleri nasıl ikna edebileceğini bilir, buna göre planlar yapar. Köylüler bu ince hesaplarla oluşturulmuş düzen karşısında çaresiz kalırlar. Yapıtın sonuna doğru köylüler tarlaya girmeden önce Muhtar’ın kılıktan kılığa girerek insanları etkileme beceresi son noktasına varmaktadır. Her köylü tek tek tanıyan Muhtar, kime nasıl yaklaşacağını, kişilerin zaaflarını iyi bilir, onları istediği şekilde yönlendirir. Böylece yoksul köylülerin bu düzeni yıkabilmek için yapabileceği tek çözüm yolu olan örgütlülük, Muhtar’ın her birini farklı noktadan etkilemesiyle sonuçsuz kalır. “Şu bizim muhtar, Şu Hıdır kâhyanın oğlu gibi bir iblisi lain yeryüzüne gelmiş değildir. Hepiniz huyunu huşunu bilirsiniz. Türlü deliğe, türlü türlü boylara girer çıkar. Türlü türlü gözdağı verir. Her bir tarakta bezi vardır. Bir anda on tane adamın kisvesine bürünür. Demokrat olur, İsmet Paşacı olur. Olur oğlu olur. Onunla başa çıkması epey zordur. (Ortadirek, s.27)
“Ortadirek” adlı yapıtta, toplumsal, siyasi ve ekonomik yapı, iktidar meselesi izleğinde, ailenin yaşantısı üzerinden yansıtılmıştır. “Ortadirek” yapıtında feodal sistem içinde tutunmaya çalışan köylü bir ailenin kurulu düzenin otoriterliğine, gücüne karşı verdiği mücadele anlatılmıştır.
Kitap:
Yaşar Kemal, Ortadirek, İstanbul: YKY, 2016.