Toplumun geneline bakıldığı zaman hepimizin birer kronik vaka olduğu görülmektedir.
Tedaviye ihtiyacımız var fakat tedavi olmayı da reddediyoruz, bu da hepimizin yaşadığı ayrı bir durum.
Umudunu kaybetmiş birinden umut beklemek elbette doğru değildir.
O zaman önce kaybolan umudu inşa etmek gerek.
Çünkü umudumuz kaybolmuş!
Hayallerimiz yok olmuş!
Kaygılar içinde yaşadığımız bir hastalığa yakalandık.
Umutsuzluk vakası…
Dedim ya tam bir kronik vakayız.
Yakın zamanda okuduğum bir makalede aynen şu ifadeler vardı:
“Kaygı içerisindeki kişi korku verici veya tehdit edici durumla karşı karşıya geldiğinde ruhsal ve bedensel tepkiler vermeye başlar.
Bu durumu zaman zaman her insan yaşayabilir. Buna sebebiyet veren bir kaza yaşamış olabilir, üzücü bir olay yaşamış olabilir. Hatta bir topluluk önünde yapacağı bir konuşma ve kitleler tarafından dinlenmek bile kaygı yaratabilir. Bunun gibi çok sayıda örneği sıralayabiliriz. Bu, umutsuzluğu meydana getirir.”
Umutsuzluk da insanları kaygıya sürekler!
Sonuç olarak toplumsal bunalımın meydana gelmesi; toplumun bağımlı, pasif, sessiz, güvensiz, kuşkucu bir yapıya evrilmesi; geleneksel yapının, kurumların ve bilinen yaşam biçiminin çökmesi; sosyal normlar ve etik anlayışta bozulma gibi görünümlerle ortaya çıkar.
Evet hep kaygılarla yaşıyoruz.
Sınavlarda sorular çalındı mı, kaygısı!
Mülakatlarda elenme korkusu!
Sosyal medya paylaşımımdan dolayı ansızın, bir sabah gözaltına alınır mıyım korkusu!
Hayatımızda her ne varsa onun kaygısıyla yaşıyoruz.
İş kaygısı, aş kaygısı, eğitim kaygısı, yaşam kaygısı ve adalet kaygısı…
Umutsuzuz, çünkü adalete inanmıyoruz.
Adaletin yakasında kara bir lekedir İpek Er’in katli, Musa Orhan’ın yargılama süreci sonuçsuz kalan davası.
Bir utançtır Pınar Gültekin’in davası.
Umutsuzuz, çünkü adalete kimsenin güveni kalmadı.
Umutsuzuz çünkü cüppelere ilik açıldı, düğme dikildi…
Yazar Robin Sharma’nın güzel bir sözü vardı:
Yüzleşemediğimiz, korkular sınırlarımızı oluşturur.
Bundan hepimiz ders çıkarmalıyız, ders çıkarmadan ders vermeye kalkmamalıyız.
O zaman önce kendimizi prangalardan kurtarmalıyız.
Tüm umutsuzluklarımızı karanlığa gömüp umut ışığını yakmak için umut aşısını önce kendimize vurmalıyız.
Edip Cansever’in güzel bir şiiri var:
Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gecelerin ve bütün gündüzlerin sonunda
Meltemi senden esen, soluğu senden olan
Mutlaka yeni bir başlangıcı vardır.
Evet o başlangıç biziz, o umut biziz, o ışık biziz, o meşaleyi biz yakabiliriz!
Bunu başarmak için umutlu olmak yeterli!
Bir umudu olmalı insanın, ilk baharın güneşi gibi…
Direnci olmalı insanın, tıpkı kar altından direnerek çıkan kardelen çiçekleri gibi…
İnancınızı ve direncinizi asla kaybetmeyin.
Unutmayın, inanmak başarmanın yarısıdır.
Yeter ki inanın, inanırsanız başaracağız ve bu kaygılardan kurtulabiliriz.