TÜRKİYE’NİN 6’LI MASADAKİ TOPLUMSAL UZLAŞMAYA İHTİYACI VAR

0
380

Gazete İçerik olarak Ankara Gazi Kamu Yönetimi mezunlarından Erhan KAYA ile yaklaşan seçimler öncesi Türkiye siyasal gündemine dair söyleşi gerçekleştirdik.

Söyleşiye geçmeden önce bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?

1964 Ankara doğumluyum. Selanik’ten gelen ilk kuşak göçmen ailelerden birisinin ferdiyim. Ankara Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi mezunuyum. Oldukça kısa bir kamu görevinden sonra doku uyuşmazlığı olduğunu hissederek devlet memurluğundan ayrıldım. Özel sektörde girişimde bulunarak üretim ve ihracat gerçekleştirmekteyim.

6’lı masayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Uzlaşmak gerekiyor. Bir uzlaşı olacak mı?

Çıkması gerekiyor. Türkiye’nin tek çıkış yolu var. 2. Mahmut’tan beri bölünen, Türkiye’de her zaman iki toplum oldu. Laik batıcı kesim ve muhafazakar kesim. İkisinin de Türkiye’de bir gerçekliği var. Bu kesimler kendini karşılıklı olarak görüyorlar. Aslında değiller. Devlet karşısında ve sınıfı karşısında ikisi de aynı konumdalar. Ama biri Mustafa Kemal diyor, biri Abdülhamit diyor. (Biri Hz Muhammed diyor) Ülkede ikiye bölünmüş ve ayrışmış bir toplum var. Eğer bunlar tarihsel uzlaşmaya girmezse, birbirleri ile barışmazsa bir uzlaşı çıkmaz. Bunlara ek olarak. Bu’ iki kesim’ Türkiye’de hiç bitmiyor. Kürtlerin içinde de iki kesim var; laik kesim ve belki şuan HDP gibi ayrıştırabiliriz. Ayrıca yine Kürtlerin içinde de İslamcı kesim var.

6’lı masada Kürtler yok. Bu durum çok eleştiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Niye göz ardı ediliyorlar?

Olması gerekiyor çünkü onlar da var ve Kürtler, Türkiye’nin de kurucuları. Ayrıyeten son yıllarda o kadar popülist bir yol izlendi ki Kürtlerle ilgili ne söylesen bunlar terörist, bunlar PKK’lı diye nitelendiriliyor. Aykırı bir şey söylendiğinde, Ankara’nın batısında yaşayanlar FETÖ’cü, doğusunda yaşayanlar PKK’lı. Yani Vatan Millet Sakarya adına bunlar böyle ayrıldı. 6’lı masaya girmeleri lazım ve bu bir gereklilik. Ama şuan zannediyorum ki toplumun üzerindeki baskıyla oluşturulan bu havadan, CHP’den özellikle Kılıçdaroğlu’ndan etkileniyorlar. Hem ilişkilerini devam ettiriyorlar, hem de kırmızı ışık yakmıyorlar. Yani idare ediyorlar.

2023’te, önümüzdeki seçimlerde 6’lı masa böyle devam ettiği takdirde, olumlu bir sonuç bekliyor musunuz? Bazı şeylerin değişeceğine ve ülkenin olması gereken ideallerine döneceğini düşünüyor musunuz?

CHP, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermişti. Bu CHP’nin kurumsal yapısıyla hiç uyuşmayan bir adaydı. Ama orada öne çıkan, biz ne yaparsak yapalım devleti kaybetmeyelim. Cumhurbaşkanı bizden olsun. Tutmaya çalışmak, yani burada yine CHP’nin devlet sınıfı mantığı devreye girmişti. Ben bunun üzerine de bir yazı yazmıştım. Ekmeleddin İhsanoğlu, tamam olabilir. Bu bir tarihsel uzlaşma adımı olabilir ama o zamanki davranış bu değildi. Sadece muhafazakar kesimden oy kapabilir miyiz ve devletin yönetimini kaptırmayalım. O zaman başkanlık sistemi de yoktu.

Şimdi 2023?

Bu aşağı yukarı 200 yıldır ikiye ayrılmış bir toplumun birleşmekten başka hiçbir şansı yok. Kürtler de bunun içinde beraber. Türkiye’de her şey iki tane! Bu tarihsel uzlaşma olmadığı sürece Türkiye’nin hiçbir çıkış yolu yok. Bu toplum kendi içinde barışmadığı sürece, birbirini ötekileştirmediği zaman bir çıkış yolu var.

Erdoğan, son 5-6 yıldır hep bunu oynadı. Ötekileştirmek… Bu toplumun ihtiyacı olan ötekileştirmek değil! Bizim toplumumuzun iki tane damarı var. Laik kesim ve Müslüman kesim. Aslında birbirinden çok uzak da değiller. Oturduğun zaman iki kesimle de her şeyi konuşabiliyorsun. Ama öyle bir noktaya geldi ki devlet dediğimiz iktidarını kaybetmemek için, Erdoğan’ın da en büyük hatası bu oldu. Karşı tarafı ötekileştirerek var olmaya çalıştı.

Buradan bir Frankenstein çıktı mı?

Erdoğan devleti ele geçireceğim derken devletin kucağına oturdu. Yani onun kontrolüne girdi. Erdoğan, egosu çok yüksek bir insan. Erdoğan şuan devlet için kullanışlı. Eski açıklamaların bakın; ‘Halk için!’ Son 7-8 sene önceki İse ‘Devlet için!’ Oradaki süreç şöyle işledi: 2002’de Erdoğan’ın iktidara gelmesi bütün bu Menderes, Demiral ve Özal, devamıdır. Menderes asıldı. Demirel’e defalarca darbe yapıldı. Özal, bana göre şüpheli, öldürüldü ve ortadan kaldırıldı. O kesimin savunucusu sağ Anadolu kesim. Temsilcisi Erdoğan’dı ve iktidara geldi.

Demirel’in bir sözü var: “Bugünün güneşiyle çamaşırlarını kurutamazsın.” Bunlar çok önemli şeyler.

2002 ve 2008/2009 döneminde, Türkiye’nin içindeki dinamikler ve dış dünyadaki etkilerle örtüşerek Türkiye bir rüzgar yakaladı. Türkiye’ye Cumhuriyet tarihi boyunca girmeyen yatırım sermayesi, 6-7 sene içinde girdi. Ama buna AKP’nin başarısı diyemeyiz. Orada dış dinamiklerle iç dinamiklerin bir örtüşmesi vardı. Sonra milli gelirimiz yükseldi ve bitimiz kanlandı.

O süreçte AKP iktidarı kendine çok mu güvendi?

Evet, orada iş değişmeye başladı. Daha sonra “Biz Şam’da namaz kılacağız.” Yüz yıl öncesinin bilinçaltı devreye girmeye başladı. Aslında bu hep vardı. İki yol vardı: Buradan yeni bir yol da çıkabilirdi, eski DNA’lar da harekete geçebilirdi. Yeni yolu seçmedi. Yüz yıl önceki formatı ve travmaları, biraz bitimiz kanlanınca emperyalistçe davranmaya başladık. Osmanlı’dan gelen bir fetih anlayışıyla, oralar zaten bizimdi, 100 sene önce bizden aldılar. Tarihte her şey olması gerektiği gibi olur. Yani olabilenlerin en mümkünüdür.

Yurtta barış ilkesiyle biraz geri çekilme var mıdır? Biraz gerimize ve kendimize dönme, o emperyalist fetih kültürünü baskılamayla Atatürk ile gelen bir şey değil midir?

Evet. Ama o dönemde şöyle düşünüyordum; Bunların hepsi aynı milli eğitim tornasından çıkmış insanlar. Olayları kendi içerisindeki perspektifiyle değerlendirmek lazım. 100 yıl öncesi olan bir şey, toplumun bilinçaltında travma olarak devam ediyor. İşte bitimiz de kanlanınca bu travmaların üzerinden bu şekilde gelmeye çalıştık.

Kurulan bir Cumhuriyet’in doğal sınırları vardır. Burada ülkeyi kalkındırmak için bir şeyler yapılması lazım. Ne işin var Şam’da Kuzey Irak’ta? Erdoğan’a oy verenler kim? Osmanlı mı? Osmanlı zalimdir. Osmanlı’nın bütün sistematik zorbalığına karşıt, halkın sahip olduğu tek şey inançsal sistemdir. Tarihsel bilinçaltında yatan 600 yıllık bir yaşantı var ve tekrar canlandı. Şu an AKP’ye oy verenlerin doğruyu görmesi için bu gerekiyordu. Doğruyu bulmak için illaki yanlış yapacaklar. 2. Mahmut’tan beri İslamcılar hiç iktidara gelmediler. Daha önce denemeleri oldu ve hep yarım kaldı. 2002’den bu yana ilk kez iktidara geldiler. Erdoğan, devleti ele geçireceğim derken, devlet onu ele geçirdi ve kitlelerin hepsini aldattı. Çünkü Osmanlı’dan beri bir Bizans geleneği vardır; Devletin aklı çok kuvvetlidir bu ülkede.

Bu mitolojik bir şey değil, değil mi? Devletin aklını biraz açabilir misiniz?

Devlet geleneği Bizans’tan geçmedir. Bu ülkede devlet, maalesef şunu der; Al beni kullan. Aslında o seni kullanır. Bu ülkenin devlet sınıfı gibi bir gerçeği vardır.

Siz devleti yönetmek üzere üniversite eğitimi aldınız. Devlet sınıfının bir mensubu olarak devlet sınıfının bir dur noktası yok mu? Bu hepsini içine alan bir anafor mu?

Alır. Toplumsal bilinç düzeyiyle (topyekün ve dönüşümle) değişecek bir şey. Toplumsal dönüşümde burjuvazinin üretimde gelişmesi gerekiyor. Şuan 2010’lardan sonraları Türkiye’de yarım kalan bir burjuvazi var. Emin olun Erdoğan’dan en çok şikayetçi olan insanlardan biri de Anadolu burjuvasıdır. 2011’de otoyol ihalesi olmuştu. Bunu Koç grubu, Ülker ve Malezyalı üçlü bir konsorsiyum kazanmıştı. Erdoğan, iptal ettirdi. Koç grubundan dolayı iptal edildi. Erdoğan da kendi burjuva sistemini kurdu. Mustafa Kemal’in yaptığı gibi. Erdoğan bunu nasıl yaptı biliyor musunuz? Hizmet soslu sermaye transferi ile. Çünkü elinde başka seçenek yoktu. Otoyollar yapıyor, köprüler yapıyor. İnsanlar da bakıyor; dört şeritli yollar var, köprüler, körfez köprüsü vs. Bir liraya yaptıracağı şeyi parayı transfer etmek için beş liraya yaptırıyor. Şuan ki dönemde sermaye transferinin en önemli yolu ihaleler. Erdoğan, kendi burjuvasını böyle yaratmaya çalıştı. Başarılı da olamadı.

Peki bu kadar kolay mı ülkenin entelektüel sermayesini oluşturmak ve kendi burjuvasını yaratmak?

Türkiye’nin batılı ülkeler gibi alttan gelen yukarıya doğru bir yapılanması yok. Yani feodal toplum, kapitalist toplum gibi. Bizde her şey yukardan aşağı doğru gidiyor. Yukarıda devlet var. Aşağıda kendi kurumlarını, burjuvasını, işçi sınıfını ve sendikalarını yaratıyor. Ülkenin bütün sorunu Avrupa’daki gibi aşağıdan yukarıya şekillenen bir toplum yapısı olmayışıdır. Osmanlı’da Türkler, barbar ve göçebe bir toplum, ellerinde hiçbir şey yok. Anadolu’ya gelmişler. Avrupa için çevresi zayıf halka olan yerleri alarak ilerlemişler. Bizans’ı aldıktan sonra yukarıdan aşağıya bir toplum yapısı edinmişler. Fakat Avrupa böyle değil.

Birinci düğme yanlış iliklenmiş diyebilir miyiz? Alınan örnekler hatalı mı?

Hayır. Bu sabah bir gömlek giydin ve üstten bağladın gibi ilişkiler değil. Bunlar toplumların gelişme diyalektiği ile ilgili. Bilinçli değil. Böyle gelişmiş. Olay, sabah kalkıp bir devlet kurdum diye işlemiyor. Bu coğrafyadaki sınıfsal yapılar çok farklı. Avrupa’da üretim ilişkilerine dayalı sınıflar var. Marx niye o topraklardan çıktı veya neyi analiz etti? Bu topraklarda süreç böyle işlemedi. Avrupa’da bütün değişimler hep yeni. Doğru olan da budur. Devrim, eskinin içinden yeninin çıkmasıdır. Tıpkı bir annenin doğurması, tohumun çiçek açması, yumurtadan civcivin çıkması gibi… Yeni, hep eskinin içinden çıkmış. Eskisi inkar edilerek yenisi yerine geliyor. Feodaliteden kapitalizm çıkmış. Burjuva ve işçi sınıfları çıkmış. Bunlar birbirleri ile var olan şeyler, uzlaşma çelişkiler değil.

Şuanda Türkiye toplumunu da böyle görmek gerekiyor. 2. Mahmut’tan beri ikiye ayrılmış toplumun, çıkan ne varsa tarihsel bir uzlaşmayla barışması gerekiyor.

6’lı masa bunu hedefliyor. Buna inanıyor muyuz gerçekten?

Bana göre o masayı kim terk ederse Türkiye’nin artık popülist davranışlara hayat hakkı tanımayacağını düşünüyorum. Türkiye’de Cumhuriyet’ten beri muhafazakarlar iktidarı ele geçirememişlerdi.

Muhafazakarlara karşı da Kürtlere olduğu gibi bir baskı var mıydı?

Fetö, muhafazakarların devletçi kesimi. Devleti biz yönetip ele geçireceğiz diyenlerdir. Onlar da jagobenisttir. Hakimler, en çok örgütlendikleri ordu ve yargıdır. Bana göre onlar da muhafazakar kesimin dayatmacılarıdır.

6’lı masanın Türkiye toplumunun bütün problemlerine çözüm sunabileceğini ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Çözüm olabilir mi bilemiyorum fakat kesinlikle desteklenmelidir. Her şerden bir hayır doğar.

Kılıçdaroğlu’nun çabalarını çok takdir ediyorum. O masayı orada toplamak ve CHP içinde 6’lı değil, 36 tane masa vardır. Farklılıklar altında. Kılıçdaroğlu onlarla da mücadele ediyor. CHP, Cumhuriyet tarihi boyunca ne zaman gitmiş Güneydoğu’ya? Kılıçdaroğlu gitti ve ben bunu çok destekliyorum.

Şuan Türkiye’nin 6’lı masadaki toplumsal uzlaşmaya ihtiyacı var. Keşke içine kürtleri de alsalar ama bu iktidar onları öylesine ötekileştirdi ki; Seçime gidilirken Demirtaş, büyük ihtimalle ‘herkes oy kullanmakta serbest’ diyecek. İyi parti konusunda mesafeliyim: Onlar MHP’nin şehirli kısmı.

Yetmez ama evet sürecinde neye itiraz ediyordunuz?

Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirmemek için 367 kararı vardı. Kenan Evren yargılanacaktı, bunun yolu açıldı. Haksızlıklara karşı itiraz ediyorduk. Erdoğan’ı bugünden görüp 2010’a geri dönmek çok farklı bir şey. Onu o zamanın koşulları içinde değerlendirmek lazım. Benim bir sürü arkadaşım bana hakaret ediyordu ve hiçbirine ses çıkarmadım. O zaman savunduğum bir şey vardı: Mazlum kimse ondan taraftık.

Sizden sonraki gelecek genç kuşaklara çağrınız ne olur?

Bu ülkede eğitim sistemi baştan aşağı değişmeli. Her şey buna bağlı. Daha önce tek tipleşme ile Kemalist nesiller yetişirken, son 20 senedir dindar nesiller yetiştirilmek istendi. Eğitimin ideolojiden kurtulması gerekiyor. Bu ülkenin en büyük sorunu eğitimdir.

Eğitim sorununa yönelik ne önerirsiniz? Köy Enstitüleri gibi bir model mi?

Dünya’da büyük örnekleri var. İsveç, Finlandiya gibi eğitim modelleri. Çocukların nasıl yetiştirildiğini görüyoruz. Burada en önemli şey sorgulayan nesiller. Çocukların yetişmesinden önce de öğretmenlerin yetiştirilmesi gerekiyor. Eğitimde bir dönüşüm olacaksa önce öğretmenlerden başlanmalı.
Bir devrim ve yenilik olacaksa, bu okulların mimarisinden, kamu binalarından, eğitim sistemine kadar en başta da düşüncelerden başlayarak değişmelidir.
Türkiye’de mimari olarak okullar hep dört köşe. Bu bir ideoloji hakkında fikir veriyor. Kapılarındaki demirler, sürgüler açılır kapanır. Duvarlar vardır. Pencereden herkes dışarıya sarkar. Bir okul böyle olmaz. Türkiye’de hapishanenin mimarisi ile okullarınkinin hiç bir farkı yok.

Son haberlerde tıp öğrencilerinin çıkışlarını görüyoruz. Sağlık sistemi adına ülkemizin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doktorlarımızı iyi yetiştiriyoruz. Ama AKP iktidarının doktorlarla ilgili yanlış bir politikası oldu. Popülizmden hareket ederek, hep hastane içleri gösterildi. Hastaneler hizmet anlamında düzeldi ve modernleşti. Fakat iktidar, bunu da kendine yontmak istedi. Bizim halkımız ne yapar? Hastaneye gider, eczaneden ilaç alır. Birde ayda 300-500 lira devlet yardımı olursa, ne ala. Derman arayıcı bir toplum. AKP’de hastaneleri oy deposu olarak kurguladı. Bütün bu halkın sağlık konusunda memnuniyetini almak için oy deposu halinde kullandıktan bir süre sonra sistem iflas etti ve halkla doktorlar karşı karşıya geldi. Olay bir çıkmaz haline geldi.

Peki bu popülizm kaynaklarıyla ilgili havalimanları, otoyollar gibi, bir otobandan geçişe yüzlerce lira yazılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Burada da bütün olay ‘hizmet soslu sermaye transferi.’ 6 şeritli yol yaptı. Körfez köprüsü yaptı. Bu maliyetlerle kaba tabirle, bunu benim babamda yapar. Bu bir illüzyon ve göz boyama. Aslında sermaye transfer ediyor. Yani halkın artı değerlerini alıp kendine ilişkin bir burjuvazi ile yapıyor. Bunu da Cumhuriyet’in kuruluşundan aldılar. Tüsiad burjuvazisi.

Ülkede yürütülen özelleştirme süreçlerine yönelik ne söylemek istersiniz? Özelleştirmenin bir yolu yordamı olması gerekmiyor mu?

Ben özelleştirmeye karşı değilim. Ama tamamen açık ve şeffaf olmalı. Bence devletin çok üretim işlerine girmeden onu işletmelere bırakması ve o alandan biraz çıkması lazım.

Peki Devlet hangi alanlardan çıkmamalı?

Benim için üç tane alan var: Savunma, sağlık ve eğitim. Devletin bu alanlardan çıkmaması lazım. Geri kalanları da kontrol etmelidir.

Hep karamsar konuştuk. Son olarak genç kuşaklara umuda dair ne söyleyebiliriz? Bu ülkenin çocukları ülkesini neden bırakmamalı?

Dünya’da küreselleşme diye bir gerçek var. Artık çocuklar bizim gibi yetişmiyorlar. Çocuklarımız bizim işimizi devam ettirecek değil, onların özgür iradesi ile neyi istiyorlarsa desteklemeliyiz. Çocuklar bizden çok farklılar. Aslında bizim toplum göçmendir ama çocuklarımız bizden daha göçmen. Göçerler çünkü bu çocukların bir yabancı dili var. İyi bir İngilizcesi olan bir insan dünyaya açılmış demektir. Ellerinde bir meslekleri var ve göç edecekler iş bulacaklar. Burada olay realiteye geliyor. Nerede iyi para kazanacaklarsa oraya gidiyorlar. Dünyadaki bütün göç hareketlerinin altında yatan ekonomik bir gerçek var. Herkes daha iyi yaşamak istiyor. Onun için çocuklara anlayış göstermek lazım. Mutlu olacakları dünyayı yaratmamız gerekiyor.