İnsanoğlunun fizyolojik farklılıklarının getirdiği ‘kadın ve erkek’ varoluş biçimleri bireyin yaşamını şekillendirir. Kadın ve erkek biyolojik farklılıklarla toplumda iş gücü ve iş bölümü anlamında kategorize edilmeye başlanarak ayrıştırılmaya gidilmiştir. Fakat kültürel normların toplumlardaki değişimleri bu cinsyetlere yeni anlamlar yüklemiş ve bir üst / alt kimlik inşasına gidilmiştir. Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı olmaları, basitçe bir ‘farklılık’ olarak yaşanmaz, aynı zamanda, eşitsizliğin ve ayrımcılığın meşrulaştırılması da bu farklılığa dayandırılır. Farklılık, genel geçer Kadınlık ve Erkeklik kalıplarının üretilmesi ve yeniden üretilmesiyle pekiştirilir. Ayrımcılık, bu kalıpların varlığını sürdüren en önemli araçlardan biridir. Bu devinimsel süreçte, modern toplum içerisinde medya; toplumsal cinsiyet eşitsizliği ayrımcılığına ilişkin önemli bir yelpaze görevi görmekte ve ayrımcılığı körükleyen ya da tam karşısında duruş sergilemektedir. Komedi unsurları üzerinde önemli toplumsal manipülasyonların yapılmasıyla kadın erkek arasında toplumun tutumuna ilişkin eleştiriler sergilenmektedir. Türkiye’de uzun yıllardır absürd komedi olarak işlenen toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık basit anlamıyla, kültürel kodlardan soyutlanarak eşitsizliklerin yaptırımlarından uzak olan cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
Toplumsal cinsiyet kavramı
Her şeyden önce, kadınların ve erkeklerin birbirlerinden tamamen farklı iki cins olduklarına ilişkin tartışılmaz, sorgulanmaz, değişmez bir hikâyenin içinde yaşıyoruz. Bu hikâyeyi ‘cinsiyet kalıpları’ diye adlandırabiliriz. Bu hikâyenin değişik biçimlerde, farklı örneklerle, kanıtlarla, öngörülerle, durmadan tekrarladığı temel bir fikir vardır. İnsanlar ikiye ayrılır: Kadınlar ve Erkekler. Erkekler Mars’tan gelir, kadınlar Venüs’ten. Nereye giderseniz gidin, hangi çağda yaşarsanız yaşayın, istediğiniz kadar devrim yapın, düzen değiştirin, modernleşin, değişmeyecek bir insanlık gerçeği gibi karşınıza çıkar bu fikir: Kadınlar ve Erkekler. Bu temel fikir devam ettiği müddetçe, kalıpların farklılık göstermesi mümkündür. Bazı yerlerde kadınlar biraz daha özgürdürler, bazı toplumlarda erkeklerin şiddete yatkın olduklarına o kadar da fazla inanılmaz. Bazı kadınlar kocaları öldüğünde onun bedeniyle birlikte canlı canlı yakılır, bazıları yeniden evlenmeye teşvik edilir. Bazı erkekler tam ‘aile babası’dır, bazıları ise ‘özgür ruh’… Ama bütün bu farklılıkları biz o temel fikre, hikâyenin asıl temasına uydururuz. Birbirlerinden onca farklı kadının ‘her şeye rağmen’ yine de asıl olarak erkeklerden farklı olduğuna inanmayı sürdürürüz. Daha da derinden inandığımız şey, birbirlerinden onca farklı erkeğin ‘her şeye rağmen’ yine de asıl olarak kadınlardan farklı –ve üstün– olduğudur. ‘Erkek gibi kadın’ olmak bir övgüyken, ‘kadın gibi erkek’ olmak ancak hakaret olarak görülebilir. Eh, ne de olsa erkek, insanın üstün yönlerinin taşıyıcısıdır (akıl, bi-lim, yüksek sanat, yüksek felsefe), kadın ise hayvanlara yakın olan yönümüzün (annelik, duygusallık, gündeliklik)… Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı oldukları, farklı eğilimlerinin, beklentilerinin, yeteneklerinin olduğu fikri çok rahatsız edici olmayabilirdi. Birbirine benzemekten daha sıkıcı ne var? Ama varsayılan bu farklılığın somut, maddi, gerçek sonuçları olduğunda ve bu sonuçlar bir cinsiyet açısından hayatı zorlaştırdığında iş değişiyor. O zaman, farklılığın ayrımcılığa ve eşitsizliğe neden olduğunu görüyoruz ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine biraz daha yakından bakma ihtiyacı duyuyoruz.
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık dendiğinde, ilk aklımıza gelen, kadınların kadın oldukları için uğradıkları ayrımcılıktır. Kadınlara karşı ayrımcılığın en belirgin tanımı, bu ayrımcılıkla mücadeleyi hedefleyen bir uluslararası belge olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’nin (CEDAW) 1. maddesinde yapılır:
Kadınlara Karşı Ayrımcılık:
Bu sözleşmeye göre, ‘kadınlara karşı ayrım’ deyimi, kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir. (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, Madde 1)
Bir başka deyişle, erkeklerden farklı oldukları gerekçesiyle kadınlar, herhangi bir özgürlükten ve haktan mahrum bırakılmayacaklardır. Yani, “bizim hanım içişleri bakanıdır” iddiasıyla kadının evin dışındaki faaliyetlerini sınırlamak, ayrımcılıktır. ‘Politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalar’ olarak tanımlanan ayrımcılık alanları, kadın katılımının belirli koşullara bağlanmasına ya da belirli biçimlerle sınırlandırılmasına ve kadınların dışlanmaya maruz kaldıkları alanlardır. Örneğin, bir kamu kuruluşu eleman alımı için ilan verdiğinde, ‘askerliğini yapmış olmak’ koşulu arıyorsa, ayrımcılık yapmış demektir. Çünkü, zorunlu askerlik, Türkiye’de yalnızca erkekler için geçerli bir vatandaşlık görevidir ve kadınlar askerlik yapmazlar. Eğer ‘askerlik yapmış olmak’ işe almanın koşulu olarak belirtilmişse, açıkça söylenmese de o işe bir erkeğin alınacağı ifade ediliyor demektir. Bu ilanı veren kurum, temel insan hakları arasında yer alan ‘çalışma hakkı’nı ihlal etmiştir. Ancak, ayrımcılık her zaman bu örnekte olduğu kadar açık ve doğrudan yapılmaz. Kimi zaman kadınların ihtiyaçlarını görmezden gelerek ayrımcılık yapılabilir. Örneğin, ucuz ve yaygın bir kreş sisteminin olmaması, kadınların çalışmasının önünde büyük bir engeldir. Çocuklar sadece kadınlara ait olmadıkları halde, bakımlarının asıl sorumlusu anne olarak görüldüğünden güvenli ve ulaşılabilir bir kreş hizmetinin olmaması halinde ücretli çalışmadan vazgeçecek kişi baba değil, anne olacaktır. Dikkat edilirse, buradaki ayrımcılığın görünmez oluşunun sebebi, annelik-babalık hakkındaki yaygın ve köklü görüşlerdir. Çocuklara bakmanın kadınların asli sorumluluğu olduğuna inandığımızda, ücretli çalışmanın dışında kalmalarını bir hak ihlali olarak görmemiz de güçleşir.
Dünyada cinsiyet eşitsizliği ve alınan pozisyon
ABD’de 1950’li yıllardan itibaren, önce siyah ırk ayrımcılığına karşı geliştirilen politikalar aracılığıyla gündeme gelen olumlu ayrımcılık, bugün dünyanın pek çok yerinde, çeşitli alanlarda ve biçimlerde uygulama alanı bulmaktadır. Olumlu ayrımcılık terimin ABD’deki karşılığı “Olumlu Eylem”in (Affirmative Action) hukuki kökenIeri olarak i950’li yıllarda imzalanan ve federal yönetim alanında ırk ayrımcılığının önüne geçilmesini hedeneyen bir dizi yönetmelik (Executive Order-EO) gösterilmektedir. Sonradan Yüksek Mahkeme’nin yargısal yorumlarıyla da benimsenen olumlu ayrımcılık, kamu ve özel sektördeki uygulamalarıyla ABD’de siyahların ve beyaz kadınların kamusal yaşama katılımlarını sağlayan işlevsel bir mekanizma olarak yaygınlık kazanmıştır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik olarak olumlu ayrımcılık politikalarının diğer ülkelerde de yaygınlık ve çeşitlilik kazanmasında İkinci Dalga Kadın Hareketinin dinamikleri ile uluslararası örgütler düzeyindeki geliştirilen duyarlılığın büyük rolü olmuştur. Özellikle 1975 yılında “BM Kadın On Yılı”nın ilan edilmesi sonrasında, bu alanda daha kapsamlı politikalar geliştirilmiş ve cinsiyet eşitliği konusundaki temel belgelerden biri olarak kabul edilen ve üye devletleri “kadın-erkek eşitliğini fiilen sağlamak için geçici ve özel önlemler alma” yükümlülüğü altına sokan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi de (CEDAW), bu dönemde kabul edilmiştir? Sözleşme’nin 3. maddesine göre bu “geçici ve özel önlemler” üye devletlerce ayrımcılık olarak nitelendirilemeyecektir. Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü gibi örgütler bu alanda bağlayıcı antlaşmalar, özel mekanizmalar oluşturmak yoluyla üye devletler üzerinde baskı yaratmaktadırlar.
Bunların yanı sıra Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kapsamında da cinsiyet eşitliğini gerçekleştirme yönündeki politika ve uygulamalar fırsat eşitliği anlayışının ötesinde, “fırsat önceliği” ve olumlu ayrımcılık doğrultusunda gelişmiştir. Özellikle çalışma yaşamı ve sosyal politika alanında gözlemlenen bu değişim topluluk organlarının kararları ile Avrupa Adalet Divanı’nın içtihatlarından izlenebilir. Avrupa Birliği bünyesinde yasal eşitlik anlayışının ötesinde, fiili eşitsizliklerin engellenmesi amacına yönelik politikalar için, olumlu eylem (positive action) kavramı kullanılmaktadır. Avrupa Adalet Divanı’nın olumlu eylem uygulamalarına ilişkin kararlarında temel aldığı normlar, eşit işlem ilkesini tekrarlamakla birlikte, bu ilkenin istisnalarını ortaya koyan direktifler olmuştur. Fırsat Eşitliği ve eşit işlem ilkesinden fırsat önceliğine geçişi temsil eden ilk karar 1976 yılında alınmıştır. “76/207/ AET” direktifine göre doğrudan veya dolaylı olarak cinsiyet temelinde ayrımcılık yasaklanmıştır. Ancak bu direktif ile, çalışma yaşamında eşit işlem ilkesinin, kadın-erkek arasında fiili ve tam bir eşitliği sağlamak amacıyla üye devletlerin eksik temsil edilen cins lehine, belirgin avantajları da içeren özel önlemler almaları ve sürdürmelerine engelolmadığı belirtilmektedir.
Peki Türkiye’de neler oluyor?
Türkiye’de kadın istihdamı, her ne kadar bazı yerel belediyelerin politikalarıyla artmış olsa da Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında, rekor denebilecek oranda düşüktür. Çalışmayan ya da atıl olarak nitelendirilebilecek kadınlarının oranı da yine rekor derecede yüksektir. Kırdan kente göç, ekonominin zayıf istihdam yaratma kapasitesi ve kadın çalışmasına ilişkin varolan kültürel faktörler, kadınların düşük istihdam oranlarını açıklamak için kullanılan nedenlerden bazılarıdır. Hal böyleyken, kadın emeği ve istihdamı konusu, bugüne değin hükümetlerin sosyal politika ajandalarında pek yer bulamamıştır. Kadın istihdamı ve onu çevreleyen sorunlar daha çok kadın girişimciği ve meslek edindirme kursları ile ele alınmış; daha kapsayıcı, ciddi ve ulusal istihdam stratejileri geliştirilmemiş ya da uygulanmamıştır.
Türkiye’ de ise, cinsiyet eşitliği politikaları alanında faaliyet gösteren, 1990 yılında Çalışma Bakanlığı’ na bağlı bir birim olarak kurulmuş olan ilk kuruluğu adıyla; “Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Başkanlığı”, şuan ise ”Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü” ismiyle hizmet veren kuruluş diğer ülkelerdeki örneklerine benzer bir ulusal mekanizma olarak düşünülmüştür. 1991 yılında Başbakanlığa bağlanan birimin, statüsüne ilişkin yasa tasarısı halen Meclis Genel Kurulu’nda beklemektedir. Birim, bugüne dek yayın, eğitim ve araştırma faaliyetleri ile çeşitli sivil toplum kuruluşları ile kadın örgütleri arasında belli konularda işbirliği gibi alanlarda önemli çalışmalar yapmasına rağmen, bu alanda ulusal düzeyde kararlı bir toplumsal cinsiyet eşitliği politikasının devreye sokulmamış olması nedeniyle yetersiz kalmaktadır.l7 Cinsiyet eşitliğini hedefleyen ulusal mekanizmaların oluşturulması, yasal eşitlik anlayışının ötesinde bir eşitlik anlayışının ürünü olmuştur. Ancak kendilerinden beklenen işlevleri yerine getirebilmeleri aynı anlayışın, kurumların örgütlenme ve faaliyetlerinde de devam ettirilmesine bağlıdır. Tekeli, cinsiyet eşitliği için oluşturulan ulusal mekanizmalar ile ilgili karşılaştırmalı çalışmasında, kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasında kurumsallaşmış, siyasal yapının en üst düzeyine sorumlu ve iddialı mekanizmalardansa (Fransa’daki bakanlık örgütlenmesi deneyimi örneği gibi), sivil toplum, kadın hareketi ve devlet diyaloğuna ve bu müzakere içerisinde sürekli yenilenmeye açık örgütlenmelerin daha başarılı olduğu sonucuna ulaşnuştır (TEKELi, 1991: 69). Bu konuda kapsamlı bir başka karşılaştırmalı çalışmada da benzer sonuçlara ulaşılmıştır (MAZURlSTETSON, 1995: 272-291). Eşitsizliğin gündelik yaşamın bütün alanlarında varolduğu’ gerçeği, bu birikimin de kadınların somut bütün sorunlarına ulaşabilir olmasını gerekli kılar. Bu da ancak, bu örgütlerin kadın taleplerine yakınlığı ile olanaklıdır. Bu anlamda da olumlu ayrımcılık önlemlerinin devreye sokulması, bu alandaki önceliklerin belirlenmesi ve zorlayıcı ve denetleyici mekanizmaların devreye sokulması, sorunlara yakın bakış açılarının geliştirilmesine bağlıdır.
Medyada Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık
İletişim araçları genel olarak incelendiğinde, bu araçların belirli kesim ve gruplar adına tanımlamalar yaptıkları; ancak bu kesimlerin sözlerine yer vermedikleri görülmektedir. Bu gruplardan birini ise kadınlar oluşturmaktadır.
Kadınların kamusal alanda yer almayışı onların kamusal bilgi ve enformasyona sahip olmasını da engellemektedir. Sahip olunan bilginin içeriği ise kadın ve erkek kimliğini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu bilgi, söz konusu bilginin üretimi de dahil olmak üzere bazılarını üretici, bazılarını ise kullanıcı olarak konumlandırmaktadır. Bu durumda kadınlar alan, kullanan ve tüketen konumuna indirgenmektedir. Herhangi bir toplumsal grubun belirli alanlarda kendi adına söz söyleyemiyor olması ise onun bu alanlarda yok sayılmasını ya da yanlış temsil edilmesini doğal hale getirmektedir. Bunun en belirgin örneğini daha önce de bahsedildiği üzere iletişim araçlarındaki temsiller oluşturmaktadır.
Kadınlar medyada temsil edilirken çeşitli kalıpların içine sokulmakta ve çeşitli roller içinde sunulmaktadır. Medya metinlerinde kadın çoğu zaman basmakalıp iki tipleme içerisinde yer almaktadır: ya “fettan ve kötü kadın” ya da “toplumun atfettiği rollerine uygun olarak anne ve iyi eş olarak kadın”. Kadınların çalışma yaşamına dahil olmaları da kadınlara uygun iş tanımları temelinde sunulmakta, bu tanımların dışına çıkan kadınlar marjinalleştirilmektedir. Ayrıca kadınlar “bedene” indirgenmekte; ilgi çekme, izlenirliği artırma ve sansasyon yaratma kaygılarıyla kadınlar bedenleri üzerinden sömürülmektedir. Toplumsal dinamiklere karşıt olarak kadının yaşamındaki değişimler ve yeni sorunlar medya metinlerinde ihmal edilmekte, farklı kadınlık durumları medya metinlerinde temsil edilmemektedir.
Medyada kadınların temsil ediliş biçimini, kullanılan dil de büyük ölçüde etkilemektedir. Çok masum gibi görünen sözcük seçimleri ve cümle kurguları cinsiyete dayalı ayrımcılığı yeniden üretmektedir. Son yıllarda konuyla ilgili yeni atlımlar olsa da örneklendirecek olursak ; “bilim adamı”, “siyaset adamı”, “işadamı” gibi söz konusu etkinliğin sadece erkeklere ait olduğunu vurgulayan terimler; “erkek sözü”, “doğrucu Davut”, “sözünün eri”, “sözüm doğru çıkmazsa kadın gibi etek giyerim” gibi ifadeler dilin ideolojik bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Ek olarak, yazılı medyaya eşlik eden fotoğraflar da kadınların temsil ediliş biçimleri üzerinde etkilidir. Kadınları cinsel nesne olarak gösteren fotoğraflar dışında kadınların hiç temsil edilmemesi de önemli bir sorundur. Örneğin, bir meslek birliğinin toplantısına ait fotoğrafta kadınların yer alması, onların yaşamın her alanında “doğal” olarak temsil edilmesine katkı sağlayacaktır. Farklı iletişim kuramları, farklı mekanizmalar aracılığıyla mesajların ya da mesaj kümelerinin içerdikleri değerlerin aktarımının ve alımlanmasının öneminde birleşmektedirler.
Türkiye medyasında kadının temsili
1980’li yıllardan itibaren ise televizyon programlarında kadın ve erkeklerin temsil ediliş biçimleri değişmeye başlamıştır. Geleneksel kadın karakterlerin yanı sıra çağdaş kadın karakterler de temsil edilmeye başlanmış; ancak özgür ve bağımsız olarak temsil edilen çağdaş kadın karakterlerin bireysel sorunları erkek karakterlerinkine oranla daha fazla vurgulanmıştır.
Türkiye’de genel olarak televizyon, toplumun geniş kesimi açısından en yaygın ve en ucuz erişilebilir bilgi ve eğlence kaynağıdır. Televizyonda hem sürekli izlenen hem de en beğenilen programların sırasıyla haberler ve diziler olması da bu konuda bir gösterge niteliği taşımaktadır.
Yayınlanan televizyon programlarında kadınların temsil ediliş biçimi incelendiğinde, diğer ülkelerde yayınlanan programlarla paralellik gösterdiğini söylemek mümkündür. Televizyon yayınlarının devlet tekelinde olduğu 1992 yılına kadar hazırlanan programlarda Cumhuriyet ideolojisi çerçevesinde kadınların bilgilendirilmesi ve eğitilmesi temel hedef olarak belirlenmiştir. Ayşe Saktanber’e göre “…televizyonun kadınlara yönelik olarak hazırladığı programlar, kadınlara nazik hanımlar, saygıdeğer ev hanımları, kutsal anneler muamelesi yapılan bir alan…”dır.
1984 yılında ise ilk kez kadınlar için özel olarak hazırlanmış “Hanımlar Sizin İçin” adlı bir program yayınlanmaya başlamıştır. Bu programlarda kadınlar “iyi anneler, uyumlu eşler ve kadınlıkları her şeyin önünde tutulan meslek sahibi kadınlar” olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla kadınlara kendi rol ve konumlarının nasıl olması gerektiği öğretilmektedir. Söz konusu rol ve konumlar ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştirir niteliktedir.
Mizahın önemli kolu olarak “Karikatür”
Osmanlı döneminde ilk karikatür 1867’de yayımlanmıştır. 1870’te T HYPERLINK “https://eksisozluk.com/?q=teodor+kasap”eodor kasap’ın yayımladığı D HYPERLINK “https://eksisozluk.com/?q=diyojen”iyojen ise ilk türk gülmece dergisidir. bu dergiyi başkaları izlemekle birlikte, ilk karikatürlerin yayımlanmasından sonra uzunca bir süre karikatürsüz bir dönem yaşandı. 2. abdülhamid’in baskıcı yönetimi gazete ve dergilerin çıkmasını engellemiş, çıkabilenlerde de eleştiri amaçlı gülmeceye izin verilmemiştir. bu dönemde türk karikatürü türkiye dışında yayımlanan gazete ve dergilerde yer alarak sürdü. 1908’de 2. meşrutiyet’ten hemen sonra bu tür yerli yayınlar yeniden çoğaldı, bu da karikatürde bir canlanmaya neden oldu.
Türk karikatürünün ikinci dönemi cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda ortaya çıkmıştır. 1928’de yeni türk alfabesinin benimsenmesi okuryazar sayısını çoğalttığı gibi basın yayın alanında da önemli bir canlanmaya yol açtı. bu değişme ve gelişmeleri izleyen yıllarda karikatürün günlük gazetelerin ayrılmaz bir parçası olmuş ve klasik türk karikatürünün en büyük ustaları yetişmiştir.
Türk karikatürünün üçüncü dönemi 1950’de başlar. 2. dünya savaşı’nın bitmesinden sonra türkiye’nin dış dünyaya açılmasına, siyasal ve ekonomik alanda liberalleşmesine paralel olarak basın-yayın yaşamında gözlenen canlanma ve çeşitlenme karikatüre de yansımış, türk karikatürü yenilenip çağdaşlaşmaya başlamış, çalışmalarını uluslararası düzeyde kabul ettiren sanatçılar yetişmiştir. yeni karikatür anlayışının en etkin olduğu dönem 1950-1960 arasıdır. önde gelen temsilcileri günümüzde de yapıt vermeyi sürdürmekte, ayrıca pek çok genç karikatürcü günümüzde de bu dönemin ustalarının ilkelerini uygulayan yapıtlar vermektedir.
Karikatür günümüz Türkiye’sinde yaygınlık açısından en önde gelen sanat dalı durumuna gelmiştir. Sanatsal yaratıcılık alanı olarak geniş kitleler tarafından ilgiyle izlenmekte ve sevilmektedir. gülmece dergilerinin sayısı çoğalmış, ayrıca gazete ve dergiler de gülmece ekleri vermeye, amatör çizer köşeleri düzenlemeye başlamişlardır. büyük kentlerin dışında da sergiler, yarışmalar düzenlenmektedir. bunlara paralel olarak karikatürün tarihini, kuramını konu alan yazılar, kitaplar yayımlanmaktadır.
Karikatürlerde “Toplumsal Cinsiyet”
Karikatürler gerek çizimleri ile gerekse yazılarıyla okura mesajı dolaylı yollarla çarpıcı şekilde vurgulamasıyla uyanışın ve eleştirinin dikkate değer bir temelini oluşturmaktadır. Bu bağlamda bakıldığında toplum kültürüne uygun sergilenen medya içeriklerinden siyasi konjüktüre kadar birçok konu üzerinde mizahsen yapmış olan karikatür çalışmalarında cinsiyet eşitsizliği üzerine farklı bakış açıları sunmaktadır.
Karikatür 1
LeMan Dergisi
Sayı: 2017/33
16 Ağustos Çarşamba
Karikatür: LeMan Dergisi kapak görseli
Konu: İzmir’de taciz şikayetinde bulunan kadınlara polisten dayak: Size bu kılıkla az bile yapmışlar…
Karikatürde polisin kadına uyguladığı şiddete atıfta bulunarak yapılan bu zorbalığı absürd komedi ile sunmuştur karikatüristimiz.
4 kategoride kadının giyimine dair tasvir eleştiri niteliği taşımaktadır. Toplumun cinsiyetçi yaklaşımı kara mizah ile anlatılmaktadır aynı zamanda. Erkek egemen toplumda cinsiyet eşitliğinin önüne geçilmiş bulunmakta.
Karikatürde ki söylemler ve kategoriler bize şu izlenimi vermektedir, “ Türkiye’de kadın, ne giyerse giysin ne söylerse söylesin her türlü sonucu haketmiştir” algısını biraz olsun kırmak amacıyla mizah yntemiyle kadınlara yapılan bu baskıcı ve zorba düşünceyi eleştirel niteliktedr.
Neticesinde kadın, belirli kalıplara sığdırılmaya çalışılmış ve bunun dışına çıkan her kadın cinsiyeti üzerinde baskı operasyonu gerçekleşmesi meşru kılınmıştır.
Karikatürün diline ve çizimine toplumal cinsiyete dayalı ayrımcılık üzerine yorumsal yaklaşılırsa şayet; Bir bireyin doğumu belki aslan oğlu belki zavallı savaşçı kızı dünyaya getiren bir kadın iken soyadın devamının erkek egemenliği üzerindeki önemi neden vurgulanmaktadır? Peki neden bir kadının namusu vardır ya da kadın neden erkeğin namusu sayılırken bir erkek kadın namusu olamaz? Ya da bu kavramın gereği/doğurguları niye tartışılmaktadır. Bazılarımız filmlerle topluma cinsiyetlerin eşitliliğini anlatmaya çalışırken bazılarımızda bu karikatürist gibi güldürürken anlatmaya çalışmış ağlanacak halleri…
Karikatür 2
BAYAN YANI Dergisi
Sayı: 2018/01
1 Ocak 2018
Karikatür: BAYAN YANI Dergisi kapak görseli
Konu: 2017’de yüzlerce kadın öldürüldü!… Binlerce taciz, şiddet, yaşam tarzına müdahale olayı yaşadık!…
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu üst yazısıyla ifade eden dergi, bilgilendirici nitelikte olup zihinleri zorlayıcı bir karikatür çizimiyle okurlarına sunulmuş.
Görselde kadına ait iç çamaşırlarının ipe asıldığını görüyoruz. Ardından kadının şu söylemi yer alıyor: ‘ Yeni yıla girerken yeni don giymek kesmeyecek bizi!…Belki de artık donları en öndeki ipe asmalı!…’
Söylemin genel atıfına bakıldığında, bir mitolojik inanış ile bütünleştirildiği görülüyor. Kırmızı kilot giymenin yılbaşı gecesi şans getirdiği inanışı Türkiye’de yaşayan kadınlar için yeterli olmadığı vurgulanmakta. Ayrıca bunların ipe serilirken en öne asması kışkırtıcı zihinlerin kıskacında kendi özgür alanını bulamayan kadınların bir baş kaldırısıdır diyebiliriz.
Donlar üzerinde ahlak temsili yapılmasının aciz yorumuna ironi yapan bu karikatür gündelik hayatın eleştirel yaklaşımıdır. Kadınların çamaşırları ipe asarken donları görünmeyecek yere asmaları ahlaki bakış ile sergilenerek yobaz bir toplumsal belleğe neden olmaktadır. Burada ‘kadın’ın çamaşır asması da ev işlerinin kadına ait olduğu inancınıda doğurmaktadır.
Karikatürdeki kadın donları en öne asarak kendisine ve tüm kadınlara dayatılmış toplumsal normlardan bir fayda görmediğini ve bunun tersini yapacağını ifade ediyor.
Karikatür 3
BAYAN YANI Dergisi
Sayı: ——-
3 Mart 2018
Karikatür: BAYAN YANI Dergisi kapak görseli
Konu: Kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı!…
Türkiye ‘kadına şiddet’ anlamında her geçen gün artış gösteriyor. Kadını pasifize etmeye çalışan dayatıcı normlar ve ideolojik aygıtlar bunu destekler niteliktedir.
Karikatürde 2 kadının repliği, bir erkek ve bir kadının repliksiz davranışlarını, son olarakta elinde bıçakla kadına saldırıya geçmiş bir adamı görüyoruz.
Kadının yaşadığı bu akıl almaz şiddet olayları Türkiye’de her geçen gün artış göstererek önünün alınamadığı durumlara gebe olmuştur.
Kadın kendi kendisini koruyacak ve kollayacak tüm yolları denemiş fakat mitolojik bağlamda belki de bir kalkana ihtiyaç duymuştur. Kadını erkekten koruyacak bir kalkan geliştirildiğini söyleyen 2 kadın önemli bir diğer toplumsal soruna yönelmiştir; Çocuklar…
Kadın ile çocuk erkeğin şiddetinden ve hiddetinden kendilerini koruyabilecek bir kalkan da geliştirmiş olasalar eli bıçaklı adamın otoriter yaklaşımını replikte görüyoruz. ‘ Şükraaan aç şu kalkanı fena yapıcam…’ bu söylemde bıçağın işe yaramadığı anlarda erkeğin suç aleti olarak dilinide kullanmaya başladığına şahit oluyoruz.
Yine karikatür bizlere çarpıcı bir gerçeği sunmuş durumda. Ufak bir kadın kim olduğu bilinmeyen erkek tarafından yaklaşılmaya çalışılıyor. Elinde şekere benzer birşey bulunan erkek kalkana karşı durması gerektiğini henüz yeni fark ediyor…
Belgin Demirtuğ
KAYNAKÇA
https://www.evrensel.net/haber/348256/toplumsal-cinsiyet-ve-cinsiyet-kavrami
http://secbir.org/images/haber/2011/01/15-aksu-bora.pdf
http://calismatoplum.org/sayi21/atilgan.pdf
“Toplumsal cinsiyet eşitliği ve politikaları ve olumlu ayrımcılık” Ece ÖZKAN Yıldız Teknik Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Araştırma Görevlisi makale derlemesi
http://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/585284ac369dc524 HYPERLINK “http://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/585284ac369dc524d057a5f9/muge_toker_tez.pdf” HYPERLINK “http://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/585284ac369dc524d057a5f9/muge_toker_tez.pdf” HYPERLINK “http://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/585284ac369dc524d057a5f9/muge_toker_tez.pdf”d057a5f9/muge_toker_tez.pdf
https://eksisozluk.com/turkiye-karikatur-tarihi–1516879
https://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2018/03/bayan-yani-mart-2018-kapak.html
https://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2018/01/bayan-yani-ocak-2018-kapak.html
h HYPERLINK “https://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2017/08/leman-dergisi-16-agustos-2017-kapak.html” HYPERLINK “https://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2017/08/leman-dergisi-16-agustos-2017-kapak.html” HYPERLINK “https://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2017/08/leman-dergisi-16-agustos-2017-kapak.html”ttps://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2017/08/leman-dergisi-16-agustos-2017-kapak.html
https://tumkarikaturler.blogspot.com.tr/2018/03/bayan-yani-mart-2018-kapak.html