Sahi, akşam başınızı koyacak bir yastığınız var mı?
Sokakta bunca yoksulluk varken, sokakta bunca haksızlık varken…
Hâlâ bazıları her şeyi toz pembe gösterip hiç utanmadan halka yalan söylüyor. Ben utanıyorum.
Peki o yastığa kafanızı koyacak vicdanınız var mı? Yoksa vicdanınız cüzdanınıza mı sıkıştı?
Gelin başkalarını bırakın, şimdi sadece çocuklarınızı düşünün. Onların yüzüne bakacak bir şerefiniz olsun!
Bu memlekette insanlar, 20 liraya en ucuz çorbayı dahi bulmazken siz 20 liraya kebap yerken, rahat yutabiliyor musunuz?
Siz mangodan, manda yoğurdundan bahsederken bir annenin bu mevsimde en ucuz olan bir kilo çileği çocuğuna alamadığını biliyor musunuz?
Gelin kalemini kiraya verenlerden olmayın, ya da yurt dışında yaşayıp oranın tüm sosyal haklarından yararlanıp, orada sürdürdükleri sefayla, burada çekilen cefayı görmezden gelenlerden olmayın.
Bir de orada yaşayıp burası için karar vericiler var. Orada euroyla, dolarla maaş alıp benim yerime karar verenler var.
O zaman gelin benim gibi yaşayın, aldığım asgari ücretle siz de geçinin.
O zaman gelin, benim aldığım emekli maaşıyla siz de geçinin, görelim.
Cefasını benim çektiğim bu ülkede, dışarıdan bir bakışla karar verilmesi ne kadar ahlâka uyar ve ne kadar vicdani bir tutumdur?
Amacım burada gurbetçileri eleştirmek değil. Eleştirim; burada yaşamayıp, buranın sorunlarını bilip bilmeden kendi çıkarları doğrultusunda oy kullanan, zorlukları ve sıkıntılarını benim yaşadığım yerde, benim adıma karar vericilerin olmasına…
16 yıl yabancı sektörde çalıştım. Yabancı uyruklu mesai arkadaşlarım oldu.
Ülkelerindeki her seçimde mutlaka gidip konsolosluklarda oy kullanma, ülkelerinin geleceğinde söz söyleme hakları var.
Bu insanlar maaşlarını kendi ülkenin para biriminde alırlardı.
Kendi ülkesinin sefasına oldukları kadar cefasına da ortaklardı.
Evet isyanım var, evet öfkem var, ülke bu kadar sıkıntı içindeyken, hala ahvali tozpembe gösterenlere isyanım var.
Kalemini kiraya verip tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlere, olup bitene sessiz kalanlara isyanım var.
Bir ağızdan çıkan, beş on gazetede aynı başlıkla yayınlanan yalan haberlere isyanım var.
Çocuğu ile pazara gitmekten korkan, çocuğunun istediklerine pahalılıktan dolayı yetemeyen, bir kilo meyveyi alamayan annenin çığlığına sesiz kalanlara isyanım var.
Beni aptal yerine koyanlara isyanım var.
Prof. Dr. Osman Altuğ hocamızın ifade ettiği gibi, bu ekonomi anlayışı “üçkağıt” ekonomisidir.
Faiz, döviz ve borsaya endeksli bir ekonomi.
Yani bugün gördüğümüz, her üç ayağı da dışa teslim olmuş, güdümlü ve bağımlı bir ekonomi uygulamasıdır.
Sıcak para ekonomisiyle ülkeyi sözde “yatırım ekonomisine” dönüştürmeye çalışıp tam aksine ülke ekonomisine ciddi darbe vuranlara, insanları aptal yerine koyanlara isyanım var.
Peki buna karşı üretim ekonomisini için son yirmi yıldır ne mi yapıldı?
TÜPRAŞ satıldı, Türk Telekom satıldı, Demir Çelik satıldı. TEDAŞ, SEKA Tekel, yüzlerce kalem satıldı.
Yerine bir çivi çakılmadı.
Yerine yap-işlet anlayışı getirildi.
Yollar, köprüler hastaneler, havalimanları da bu anlayışla yapıldı.
Ne aracılığıyla?
Döviz garantili ihaleler aracılığıyla.
Son yirmi yılda katledilen 3185 kadına her gün yenisi eklenen kadın cinayetlerine… İntihar eden 14530 kişinin intihara götüren sorunlarına kayıtsız kalanlara…
İş sağlığı ve güvenliği sağlanamadığından hayatını kaybeden 2170 kişinin çabucak unutulmasına…
Mahmut Memduh Uyanı’nın güzel bir şiiri var. Gelin, görün insanlık nasıl katlediliyor…
“Yirminci yüzyılın sonunda neler yapılıyor insanlara, ah insanlık.
İnsanlık için, insan olabilmek için, insanlık onuru için, işkenceye direnmek gerek diyorum.”
Bundandır insanlık katledilirken buna seyirci kalanlara isyanım var!