Ülkemizde bir çoğu olmasa da insanların önemli bir kısmı hep uç noktalarda tepki göstermektedir. Aslında bu tepki biçimi, günlük streslerin birikimi nedeniyle deşarj olmaktan başka bir şey değildir. Ancak bunun hızla ve sinsice yayılan psikolojik bir toplumsal hastalık olduğunu da bilmemiz gerekiyor.
Bunun üstüne bir de kronik bağımlılıkları eklediğimiz de, insanı mantığından koparan, duygusallığın cenderesine sokan FANATİZM karşımıza çıkmaktadır. Bu da bir tür hastalıktır. Bu tür insanlar savundukları değerleri, kurumları, sahiplendiğini ve sevdiğini sanarak, zarar verdiğinin farkında olmadan birer fanatik konumuna gelirler. Fanatikler, uç noktada yaşadıkları için şiddet eğilimi de taşırlar. Şiddet kültürü toplumumuzda oldukça fazla gözlenmektedir. Ancak insanlarda yaş kemale erdikçe, kültür seviyesi yükseldikçe bunun azaldığını da görmekteyiz.
Fanatikler, savundukları şeylerin karşısındakileri DÜŞMAN, daha önce beraber aynı değerleri savunan ama fanatik olmayan ancak yanlışların muhakemesini yapıp konum değiştiren insanlara da HAİN gözü ile bakarlar. Bu sporda da böyle, siyasette de böyle…
Toplum, sporda olgun taraftarı hep hoş karşılamıştır. Bunun yanında, şiddet içermediği sürece fanatik taraftarı da yine hoş görmüştür.
Ancak siyasette parti fanatikleri için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Çünkü siyaset, devlet yönetme iddiasıyla toplumun ve ülkenin geleceğini etkileyen bir kurumdur. Toplum, kendi geleceğine yön veren kurumların içerisinde körü körüne savunma yapanların daha çok fanatikler olduğunu bilir. Bunun için bunlara sıcak bakmaz.
Kaldı ki, siyasette doğruları savunduklarını sananlar, ülkenin ve toplumun hatta dünyanın koşulları değiştikçe doğrunun değişebileceğini de bilmelidirler. Doğru hiçbir zaman tek değildir. Dünün doğruları ile bugünün doğruları nasıl aynı değilse. Önemli olan doğruların arasında en doğruyu bulabilmektir. Tabi bu bir öngörü meselesidir. Herkes yarınları öngörecek düşünce ve stratejileri üretme yetisine sahip olmayabilir. Bu bir vizyon ve diyalektiği kavrayabilme meselesidir.
Bir düşünsenize, fanatik partilinin partisi kapanınca ya da doğruluğuna inandığı fikirlerin zamanla yanlış veya eksik olduğunu fark edince nasıl da yıkılır? Bunun içindir ki, fanatikliğin sonu her zaman hüsrandır.
Katı fanatikliğin dışında kalabilmeyi başaranlar her ne kadar onlar tarafından hain veya düşman görülseler de yine ülkeyi yarınlara taşıyabilmek için düşünebilme, danışabilme ve sorgulayabilme yetisine sahip olduklarını düşünüyorum. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Kausky, Kurusçev vb insanlar kendi ideolojik yapıları içerisinde hep hain olarak anıldılar. Ama suçlayanlar yanıldıklarını yıllar sonra karşı karşıya kaldıkları gerçekleri yaşadıkça anladılar. Geleceği düşünüp yönetememişlerdi…
Sonuç olarak, bir partide hizip değil de fikir grupları yani kanatların varlığı kabul edilirse o parti kendi iç dinamikleriyle kendisini yeniler, kurumlaşır ve ülkenin yarınlarına olumlu katkılar sağlayabilir. Böyle bir ortam yaratılınca partililerin verimliliği de artar. Kimse de böyle bir yapıda ayrılmaz, aksine katkı vererek tatmin olmak ister.
Ancak bu koşullar sağlanamıyorsa, yanlış parti yapılanmasında ısrar ediliyorsa, tek “doğru tek lider anlayışı” ile ülkenin geleceğine verilen zararlar görmezden geliniyorsa elbette böyle bir yapıda kim olsa kendisini ifade edemez.
İşte bu durumu görmezden gelen, ufuksuzca HAİN suçlaması yapan kraldan kralcı siyasi fanatikler, demokrasiye hainlik yaptıklarının farkında bile değiller. Aslında bu hainlerin kendilerini sorgulamaları gerekmez mi?