Son zamanlarda ortalık yangın yeri oldu. Suç şebekesi lideri olduğu hukuken kesinleşmiş olan bir kişi açıklamaları ile Türkiye siyasetini deyim yerindeyse hallaç pamuğu gibi atmış durumda. Artık gündemi belirlemek konusunda ne iktidar ne de muhalefet kendisine yetişemiyor.
Hal böyle olunca vatandaşın da gündemini mafya reisinin açıklamaları işgal etmekte. Açıklamalarda neler var neler? Geçmiş dönem siyasetçilerinin kirli işleri mi? Gazeteci kılığı altında koca koca medya ekranlarını dolduran aracı çantacıları mı? Devletin imkanları ile milletin malına mülküne çökenler mi? Kaynağı belirsiz imkanlarla lüks içinde yaşayan yargı mensupları ve bürokratlar mı? Vatandaşın akçesi olan bankalardan sonsuz ve karşılıksız krediler mi? Var da var…
İşin en acı tarafı suçlamaların taraflarının konu ile ilgili adeta ölü taklidi yapmaları bunun da ötesinde devletin hukuk ve adaletini teşkil etmekle görevli olan savcı ve hakimlerin sırra kadem basmaları.
İktidarın savunmaları olayın kendisinden daha acı. İktidarın tek savunması; “Bir suç örgütü liderinin söylediklerini ciddiye mi alacağız?” şeklinde. Bu savunma zaten bir bakıma kabullenişin bir başka adı.
Önemle parantez açalım ki; herşeyden önce Türkiye’de son yirmi senedir ülkenin mutlak hakimi olarak suç örgütlerinin ve ortakların her yaptıklarında iktidar asıl sorumludur. Bu net!
Türkiye geçmiş dönemde de bu tür skandallar ile sarsılmış bir ülke. Bu konuda deneyimsiz değiliz. İtalya kadar olmasa da bizim mafyamız da eli silahlı organize çetelerimiz de gayet başarılı işlere imza atmışlar. Üstelik bunu elbirliği ile gerçekleştirmişlerdi. Ancak batı ile farkımız tüm bu skandallara dur diyecek ve temiz eller operasyonu yapabilecek bir hukuk sistememizin olmaması. Ne yazık ki hukukun bu garabet durumu yüzünden “yapanın yanına kar” kalıyor anlayışı devam ediyor.
Ekonomi, gelir adaletsizliği, güvencesizlik, sağlık sorunları, işsizlik, geri kalmışlık ve daha sayılası onlarca sorun içerisinde memleketimizin gündemi ne yazık ki suç örgütü haline gelen yönetim mekanizmaları oldu.
Peki bu sorun nasıl giderilir? İşte asıl mesele tam da burada. Çözüm gayet basit. Hukukun bağımsız ve adil bir biçimde yeniden tahsis edilmesi ve yaşanılan bütün bu rezilliklerin üzerine “tam yetki” ile gitmesidir. Bir yüce divan acilen oluşturulmalıdır. Bu merci için; İktidarın veya siyasetin kıyısından köşesinden geçmiş olmamak ve meclis tarafından görevlendirilmek ön şart olmalıdır. Bunun için geçmiş dönemde görev yapmış namuslu ve onurlu yargı mensupları tekrar göreve çağırılabilir. Hukukun tam anlamıyla işlemesi için meclis yargıyı yasalarla donatmalı ve görevlendirmelidir. Bu mücadele ülkenin kuruluş mücadelesi kadar önemli bir mücadeledir. En az Mustafa Kemal Paşanın aldığı yetki kadar önemli bir görev bu defa yargıya düşmektedir. Sözün kısası kirlilikle mücadele bu ülkenin başlıca mücadele alanı olmalıdır. Unutulmamalıdır ki ülkenin bulunduğu duruma gelmesinin en önemli nedeni baştan aşağıya kademe fark etmeksizin yönetim erkine sirayet etmiş bu kirliliktir. Bu kirlilik, cahilliği besleyen, yoksulluğu sürekli hale getiren, sorgulamayı ve hak aramayı suç haline getiren, adaletsiz-hukuksuzluğun kaynağın ta kendisidir. Aslına bakılacak olursa bu kirlilik hem bir sonuç hem bir nedendir.
Son söz olarak; Geçmişin karanlığı ve geleceğin aydınlığı “gerçek hukukun” gelecek kuşaklar için vereceği bu “hak-hukuk-adalet” mücadelesinde var olacaktır.