BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ DİRENİŞİ ve SEÇİLMEYENLER
Ortalık yangın yerine döndü.
Öğrenciler isyan noktasına geldi, öğretim görevlileri yönetime ve idareye sırtını döndü. Polis ve kolluk kuvvetleri okulun kapısına kelepçe vurdu. Sabaha kaşı evleri basılarak gözaltına alınan öğrencilerin haklı isyanı adliye koridorlarına yansıdı.
Bu olayların hepsi son bir ayda gerçekleşen trajik gündemin parçalarını oluşturuyor. Uzunca zamandan beri reisin akademiyi ve öğrenimi perişan eden kararlarına bir yenisinin daha eklenmesi sonucu zaten pandemi ve ekonomini yol açtığı huzursuzluğa bir de üniversitelerin baskı altına alınması eklendi. Birde buna tümüyle akademinin tebaalaştırılması gayreti binince ülke gerçekten kaosun içine doğru pupa yelken yol alır vaziyete geldi.
Gerek var mıydı? Elbette yoktu.
Ne cumhurbaşkanının rektörleri atamasına ne de öğrencilerin-ve öğretim görevlilerinin buna karşı defansa geçmelerine gerek yoktu.
Bu garabet bir son bulmalıdır. Ülkede yapılması gereken en acil konulardan birisi de artık “evrensel şehir” anlamını taşıyan üniversitelerin gerçekten bağımsız özgür bir yönetsel anlayış içerisinde düşünen-tartışan-üreten yani asli görevlerini üstlenen kurumlar haline getirilmesidir.
Üniversitenin bakış açısıyla yaşanan olaylar baskı ve zorbalığın birer dışavurumundan başka bir şey değil.
Özgürlüğün, genç iradenin, akademik alanın muktedirlerce istila edilmesi ile karşı karşıya olduğunu dile getiren ve buna karşı okullarında meşru biçimde direniş göstermek bu ülkenin geleceği olan üniversiteliler için en doğal hak.
Tüm bu direnişin tıpkı gezide olduğu gibi manipüle edilmesi söz konusu olduğu gibi itibarsızlaştırılmaya çalışılması da olağan bir durum.
Ne yazık ki ülkemizde hakkın ve haklının yanında kimin nasıl durduğu, karşısında kimlerin ne şekilde bariyer kurduğunu anlamak günden güne olanaksız hale geliyor.
Sanatsal bir çalışmayı içinde dinsel ögeler var diyerek öğrencileri tutuklamak algı yönetimiyle mümkün hale gelirken, barış içerisinde sürdürülmesi gereken bir sürecin rektör odası basmak gibi anlamının çok ötesinde eylemlerle soslandırılması da yaşanılan bir durum.
Tüm bu karmaşanın daha önce gezi direnişinde izdüşümlerini gördük. Anlaşılan o ki ülkemizde iki karşıt düşüncenin içerisinde provokasyon ve manipülasyon olması mecburi bir hal almış.
Peki ne olmalı?
Oysa gücü ve iktidarı elinde tutanlar için yapılması gereken şey çok basit; öğrencileri ve akademisyenleri öncelikle insan yerine koymak sonrasında ise dinleyerek, söz hakkı vererek, özgür ve idealist bırakarak ülkeye katkı sunmalarının, hayata anlam ve değer katmalarının önünü açmak. Bu kadar basit.
İktidar açısından olayın iç yüzü tamamen gündemi değiştirmekten ibaret.
Yani ekonominin, yoksulluğun, işsizliğin ve hastalığın doruğa çıktığı günümüzde gözleri başka noktaya çekecek olan her gelişmenin içine atlamak zorundalar. Boğaziçi’nde bir rektör seçiminin reis için hiç bir anlam ifade etmediğini büyük tablo içerisindeki başarısızlığı kamufle etmek olduğunu görmek gerek. Bu zamana kadar bu işleri oldukça iyi başardılar. Anlaşılan o ki rektör hamlesi de devamını getireceklerini ve 2023’e kadar gündemi sürükleyeceklerini göstermekte.
Bir iki cümle ile çiçeği burnunda rektöre değinmek gerekirse; Rektör Prof. Dr. Melih Bulu akademisyen yönü tartışmalı olmakla birlikte AKP’liliği tartışmasız bir karakter. Muhafazakar çizgiden daha ziyade liberal bir düşünce tarzına sahip. Geçmişte Liberal Demokrat Parti saflarında siyaset yapmış. Gençlik örgütlenmelerini aktif yürütmüş bir isim. Belki abartı gelecek ancak ülkemizde diğer üniversite rektörleri ile mukayese edildiğinde ortalamanın belki üzerinde olduğu bile söylenebilir. En azından üniversiteyi çiftliğe, papaz eriğini de imam eriğine çevirmiş akıl yoksunlarından bir nebze de olsa farklı. Anlaşılan o ki bu konuda reis Boğaziçi Üniversitesine ayrıcalık geçmiş. Tabi ki işin şakası bir yana, şaka olmayan kısmına dönecek olursak, Sayın Bulu “hep hayalimdi” dediği “Boğaziçi rektörlüğünü” bırakarak ülkenin yapay gündemlerden bir an önce kurtulması ve akademinin özgür bir nefes almasını sağlaması gerekmektedir.
Muhalefet cephesi, tüm bu olanlar çerçevesinde, gerçekçi bakış açısıyla olayları iktidarın istediği kıvama getirmekten kaçınmak, unutturulmaya ve üstü örtülmeye çalışılan yaşamsal sorunların asla gündem dışı kalmamasını sağlamak zorundadır.
Yüzlerce üniversiteye, onlarca yerden maaş alan, sülale otağına çeviren rektörler atandı durdu. Meselenin sona erdirilmesi için sorunun kaynağının çözümlenmesi gerekir.
O nedenle çözüme dair tüm işaretler önümüzdeki ilk seçimde demokrasi çerçevesinde; halkı ikna ederek yani halka rağmen değil halk ile birlikte rejim ve iktidar değişikliğini göstermektedir.
Bırakın iktidarının son rektörlerini seçsinler. Gelecek olan ilk sandık kendilerinin seçilmediği ilk sandık olacak.
Unutmayalım ki son seçen iyi seçer!